YÖRÜK GELİNİ SERGİSİ

Prof.Dr. Nevzat Çevik
07 Mart 2016

ANTALYA KADIN MÜZESİ. “YÖRÜK GELİNİ” SERGİ ve DEFİLESİ

 

Antalya Tanıtım Vakfı’nın himayesinde hızla uluslararası bir marka haline gelen Antalya Kadın Müzesi, müzecilik aygıtıyla sanatsal ve kültür etkinliklerini gerçekleştirmeye ve tüm toplumu ayrımsız kucaklayan tavrıyla memlekete ve kente hizmet etmeye, toplumun ve yurttaşlığın yükselmesine pay vermeye devam ediyor.
 
Bu kez, bugün ve dün arasında kurulacak bağların en güçlüsü ve de en şenliklisi olan gelini ve dolayısıyla düğünü konu aldık. Çünkü evlilikle başlayan geleceğin tohumlarını atma sürecinin en anlamlı ve şenlikli yansıması düğün; simgesi de gelindir. Bu özel gün, zamanın ve coğrafyanın her noktasında olduğu gibi ilgili toplumun en özel giysi ve davranışları yanında sosyal dokuyu da yansıtır. Düğünü anlatmak her şeyi anlatmaktır: Estetiği, güzelliği, umudu, hüznü, sevinci, eğlenceyi, yardımlaşmayı, ekonomiyi, aşkı … her şeyi. En zarif desenler, derin anlam yükleriyle gelinliktedir; en süslü at düğün alayındadır; en zarif dokumalar kızın çeyizinde ve en güzel oyunlar da meydandadır…
 
Yörüğü anlatmak heyecan vericidir. Nitekim hepimiz geçmişin bir yerinde ‘göçer’dik. Yıllar önce TRT’ye danışmanlık ve metin yazarlığını yaptığım “Son Göç - Sarıkeçililer” belgeseli sonrasında müzeciliğin somut gerçekliği içinde bir salonda Yörük Gelini’ni kürate etmek ve sergiye kendi fotoğraflarımla da katılmak heyecan verici oldu. Artık obalarda yaşamlarını sürdüren göçerler tarih olsa da gelenekleri şehrin sokaklarında ve damların altında sürmektedir. Azalsa da dünün renkleri ve atların yerine arabalar gelin turu atsa da şehirlerde, uçları yaşayan güçlü bağlarımız hâlâ mevcuttur.
 
20 yıldır Antalya’nın tanıtım misyonunu başarıyla yerine getiren Nizamettin Şen’nin organizasyon sihirbazlığında; benim küratörlüğüm ve Bekir Kirişcan ile Ebru Nalân Sülün’ün yardımcılığındaki yaratım ve tasarım sürecinde; Olgunlaşma Enstitüsü Müdürü İlkay Günal ve ekibinin hazırladığı giysilerle; giysileri taşıyan Yeliz Gül Ege’nin koordine ettiği Antalyalı hanımlarla; tüm organizasyona emek veren Tanıtım Vakfı uzmanları Tuğçe Ük ve Rıfat Onur İbci’yle; sunuculuk görevini yapan tiyatrocu Ebru Güleraslan’la; Attila Durak, Atilla Erdem, Handan Bayram ve benim fotoğraflarımdan oluşan sergiyle, Nizamettin Şen’in etnografik objeleriyle ve Büyükşehir Belediyesi, Döşemealtı Belediyesi, IC Hotels, Delphin Hotels’in katkı ve destekleriyle ve de Müze Danışma Kurulu üyelerimizin gönül gayretleriyle gerçekleşmiştir. Antalya’da kadın odaklı faaliyetlerimizle iyi yurttaşlık ve kentlilik bilinci oluşturmak için hep birlikte yoldayız.
 
Deniz Koparal’ın yarattığı “Duvaktaki Bereket” enstalasyonu serginin vurucu simgesi oldu
Eser, Yörük Gelini stilizasyonudur. Gelin, bu eserde çadırın / yurt’un direği biçiminde ifade edilmiş; gelinin getirdiği bereketle dikilen ve kadınla ayakta duran çadırı/yuvayı simgelemektedir.
 
Yörük hayatını ve düğününü özetleyen Fotoğraf Sergisi, objelerle güçlendirildi: Podyum ve sütunlarda yörük dokumalarının farklı ürünleri ve özellikle Antalya Döşemealtı halıları sergilendi; Enstalasyon ayrı bir sembolik ruh kattı ve Antalyalı hanımların doğal ve masum mankenler olarak elbiseleri keyifle taşıdığı defileyle de sergi dinamizmi aktive olmuş; kadın müzesi paydaşlığı yükselmiş; Fazıl Say, Uğur Işık, Göksel Baktagir ve Sümer Ezgü müzikleri de ses şölenini tamamlamıştır. Yiyecek-içecek sunumu bile Yörük sergisini destekleyen geleneksel seçimler içermiştir. Aktif ve dinamik sergi yapısıyla rengârenk bir Yörük dünyası oluşturduk. Böylece, modern müzecilik trendlerine en uygun formda örnek bir müzecilik etkinliği daha gerçekleştirdik. Amatör ruhla ama profesyonelce ve de Yörük dayanışması içinde, uygarlık ve vatan gönüllüleri olarak bu kente bir nefes daha verdik. Küratörlüğünü yürüttüğüm Antalya Kadın Müzesi’nin sosyal sorumluluk projeleri, her defasında daha da güçlenerek devam edecektir. Geleneksel değerlerimizi korumak, kısmen bile olsa yaşamasını sağlamak, çocuklarımıza öğretmek ve dün ile yarın arasında bugünün sorumluluğundaki bağı oluşturmak amacıyla Yörük Gelini’ni, aslında sembolik bir bahane olarak ele aldık. Asal maksat “ocağın dumanını tüttürmek”tir: “Arkadaşlar! Gidip Toros Dağları’na bakınız. Eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda duman tütüyorsa, şunu biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez”. Gazi Mustafa Kemal Atatürk . 6 Mart 1930 Antalya.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
YÖRÜKLER
Yollarda doğuyor, yollarda büyüyor ve yollarda ölüyorlar. Ne sabit bir evleri, ne de mezarlıkları var. Günün bittiği yerde konaklayıp, ömrün bittiği yerde gömülüyorlar.
 
Erkek çoban, erkek avcı, erkek koruyucudur. O, koç boynuzudur kilimde. O, keçeden yabası ve sipsisiyle, yaşamlarını borçlu oldukları sürülerinin başındadır. Ve, erken büyüyen çocuklarıyla dağlarda…
 
Çoban erkekten ötedir kadın. Her şey öpülesi ellerinde biçimlenir. Sütten peyniri, kıldan çadırı ve kilimi dokuyan da o, bebeler doğurup zor dağlara salan da odur. Çadırın direğidir. Doğurganlığını kendi elerliyle işler kilimine: desenin “eli belinde”dir. Yaşamın akıcılığını  “su”larla, yiğitliği “koç boynuzu”yla ilmik ilmik işler. Yaşamındaki en önemli şeyler kilimindedir. Salt kilimini değil, bebesinin kolanını, atının koşumunu da yine kadın dokur. O dokudukça su deseninde akıp gider yaşam. Yüzünde ve ellerinde yol yol yayla zamanı, oba oba kervan okunur. Sanki dağ yolları atkı ipleri kadar sonsuz, konaklamalar düğümler kadar mecburdur yaşamda”. “Korku dağları beklemez. Sırtını dağa yaslar kapısız çadırlar. Köpeklere emanet edilir gece. Ve diğer her şey de kadına. Adı kimi zaman “avrat”tır, kiminde “kaşık düşmanı”, “horanta”, “Köroğlu”, “çorbacı” ya da “eksik etek”… Tek değişmeyen yaylanın efendisi olduğudur.
 
Yaz bitimi hasat mevsimidir. Tüm peynirler, tüm kilimler ve tüm başaklar kış için para olur. Yüzler güler. Düğün mevsimidir. Sıralarını bekleyen erkekler ve de kızların şenlik vaktidir. Yaz boyu kaçak bakışmalar ve buluşmalar yerini sıcacık birlikteliğe bırakacaktır. Artık, yaşamdan insan hasadını alacak düğünlerin vaktidir. Kızı alan keyifli, veren üzüntülüdür. Kız evinde, kına gecesinde sevinçle yoğrulmuş hüzün vardır. Ve, tüm eğlenceler göz yaşlarını örtmek içindir. Doğrulup büyütülen kız artık yolcudur. Yanık havalar eşliğinde kınalar yakılır. Ve paralar atılır başına, varsıl yaşasın diye. Kız hep ağlar, gitmek ister, gitmemek ister, gider…. Üç telli curaya delbek eşlik eder. Gabardıç oynayan yaylacılar coşar. Kıldan cepkenlerinde salınan keçidir. Poşilerini yele verirler.
 
Hepimizin çok önemsediği modern yerleşik yaşamın unsurları bulunmuyor dağlarda. Demek ki çok da lazım değillermiş. Hatta insanın bu dünyada bir adresi de mi olmaz. Ama, yerinde durmayan göçer çadırının adresi nasıl olur ki? Her yer onların adresleri veya hiçbir yer adresleri değil: Mektup onlara gelemezdi; yine onlar mektuba gittiler.
 
Ve, kalmaz yarına göçerlerin yaşamı biter bugünde. Yüreğimizde hoş bir şarkı bırakıp, aklımız arkada kalarak. Avucumuzda göçer kınasından son kırmızılar, kulağımızda sipsi sesleri, gözlerimizde akıl almaz doğal yaşamı ve hüzünlü terk edişleriyle, anlamadan biter. Çocuklarımıza anlatılacaklar ise sadece artık müzelerde korunur ….












7 Mart 2016, Bülent Ecevit Kültür Merkezi, Antalya

YÖRÜK GELİNİ SERGİSİ