ARAPASTIK KESTANESİ (Antalya)

19. YÜZYIL ANTALYA’SINDA KADIN BİR KÖLENİN HİKÂYESİ: İBRADI’DA “ARAPASTIK KESTANESİ”*
EVREN DAYAR**

Osmanlı İmparatorluğu’nda ilmiye sınıfı için İbradı’nın, kasabalıların bugün bile gurur duydukları ayrıcalıklı bir yeri vardır. Manavgat’ın kuzeyinde Toroslar üzerine kurulmuş ve engebeli dağların arasında saklı kalmış bu kasaba, yüzyıllar boyunca Osmanlı İmparatorluğu’na sayısız ulema yetiştirmişti. Kasabanın ihtişamlı konakları (Kâdı Konakları) geçmişte hem İbradılı ulemanın ikametgâhı olmuş, hem de mahkeme işlevi görmüştü. Kasabanın içinde bulunan ve “Kâdı Mezarlığı” olarak adlandırılan kestane ağaçlarının gölgelediği mezarda ise çok sayıda kâdı, müderris ve müftünün ölüsü yatmaktadır.
Mezarlığın içinde ve çevresinde bulunan çok sayıdaki heybetli kestane ağacı “Kâdı Mezarlığı”na bir orman görünümü verir. Bütün bu ağaçlar arasında en çok dikkat çekeni ise bin yaşını geçkin olduğu tahmin edilen, mezarlığın hemen bitişiğindeki anıtsal kestane ağacıdır. 1861 yılının sonbahar aylarında siyah bir kadın kölenin asıldığı bu ağaç İbradılılar tarafından “Arapastık Kestanesi” olarak adlandırılır.i
Osmanlı belgeleri aracılığıyla da takip edilebilen bu ürkütücü hikâye, 1861 yılının serin bir Ağustos gecesi Abdullah kızı siyah Zeynep’in, cariyesi olduğu efendi Mustafa Ağa’nın konağını ateşe vermesinin nedeni olan olaylarla başlar. Hikâyeye ilişkin sözlü gelenek ise Osmanlı belgelerinin çok az cevap verdiği bir soruya, Zeynep’in nasıl öldürüldüğü ve nereye gömüldüğü sorusuna yanıt vermektedir. Sözlü rivayete göre Zeynep, “Kâdı Mezarlığı”nın bitişiğindeki kestane ağacında asılır ve ölüsü, mezarlığın bugün dahi bilinmeyen bir yerine gömülür.
Sözlü gelenek, Zeynep’in hikâyesi hakkında birden çok anlatıyı günümüze taşımıştır. Gelenek tarafından aktarılan anlatılardan ilki, İbradılı bir efendinin siyah kadın bir köleyi konağına getirdiğini, fakat kölenin, efendinin kızına tecavüz etmesi ve kötü davranması nedeniyle kestane ağacında asılarak cezalandırıldığını rivayet eder. Bu rivayette, kadın bir kölenin efendisinin kızına tecavüz ettiği iddiasındaki çelişki çok açıktır. Öte yandan bu iddia tecavüz edilen bir kadının varlığına ilişkin yaygın bir inancı da içinde barındırır.
Bir diğer anlatıda ise İbradı’da öldürülen hamile bir kadından bahsedilir. Bu anlatıya göre yangında ölen kadının gerçek katili, aynı zamanda, tecavüz ederek onu hamile bırakan bir efendidir. Gerçek katil, tecavüz ettiği kadını öldürdüğü ahırı yakar ve suçu siyah bir kadın kölenin üzerine atar. Sonuncu anlatıya benzer bir başka rivayette—ki bu rivayet eylemin kolektif niteliğine de bir açıklama getirir—asılan siyah kadın “ahlaki olarak düşkün” ve “iffetsiz” olarak tanımlanmaktadır.
Anlatılar köle Zeynep’in neden asıldığı konusunda muhtelif olsalar da, Zeynep’in İbradı’daki “Kâdı Mezarlığı”nın hemen bitişiğindeki kestane ağacında asıldığı bütün sözlü kaynaklar tarafından doğrulanır. Öte yandan birbiriyle çelişen bütün bu anlatılar, ürkütücü bir iddianın, Osmanlı belgeleri de göz önüne alındığında gerçek olabilme ihtimali üzerinde düşünmemizi gerektirir. Zira sözlü gelenek tarafından aktarılan son rivayetteki olay ve kişi örgüsü—ölen hamile bir kadın, siyah bir köle ve ateşe verilen bir konak ya da ahır—Osmanlı belgelerinin olay ve kişi örgüsüyle örtüşür.

10 EYLÜL 1861, İBRADI
Ölümüyle İbradı’daki anıtsal ağaca adını veren Zeynep’in hikâyesini günümüze taşıyan yazılı belgeler Zeynep’in İbradı’daki sorgusuyla başlar. Sorgu yargıcı, ilk olarak, Zeynep’in kim olduğuna ilişkin bilgileri tutanağa geçirmiş, daha sonra Zeynep’e, efendisinin hanesini niçin yaktığını sormuştur. Zeynep bu soruya, efendisi Mustafa’nın bundan altı sene önce kendisini gulamı Said’e verdiği, bir yıl sonra da Said’den bir kızı olduğu (benden bir kız evladı zuhur etti ve beş yaşına vardı), ancak kısa bir süre önce kocasını kendisinden boşattırdığı cevabını verir.
Zeynep’e göre efendi Mustafa, olaydan kısa bir süre önce naib olarak Kırağacı Kazası’na tayin olur ve yanında Zeynep’in kocası köle Said’i de götürür. Zeynep, efendi Mustafa’nın burada Said’i kendisinden ayırdığını ve kendisini de satmak için kardeşi İbrahim Ağa’nın evine gönderdiğini iddia etmiştir.ii
Sorgu yargıcı tarafından kayıt altına alınan tutanak hikâyenin gelişimini Zeynep’in sesinden dinlememize imkân tanımaya devam eder. İfadesine göre Zeynep, 20 Ağustos 1861 gecesi efendi Mustafa’nın biraderi İbrahim Ağa’nın evinden kaçar ve elinde tuttuğu çam çırasıyla Mustafa Efendi’nin evinin avlu kapısını açar. Avlu kapısı kolay açılmıştır, çünkü “kapının arkası baskılı değildir.” Efendinin evine geldiğinde bütün ev halkı uykudadır, sessizce evin ahırına girer ve çam çırayı ateşleyip ahırı yakar. Ne var ki taşraya çıktığı zaman yangının beklemediği bir şekilde sonuçlandığını görür: “Taşradan baktım, ağamın hanesi yandı ve ondan sonra civar konaklar dahi yandı.”iii
Zeynep’in Alanya Meclisi’ndeki sorgusu ve Meclis huzurunda yaptığı savunma da, İbradı’da kayıt altına alınan sorgu tutanağıyla aynı içeriğe sahipti. Zeynep, burada da, efendi Mustafa’nın naib olarak atandığı Kırağacı Kazası’na giderken, efendinin bir diğer kölesi olan kocası Said’i kendisinden zorla ayırdığını, Said’i beraberinde Kırağacı Kazası’na götürdüğünü söylemişti.
Olayla ilgili Meclis-i Vâlâ’ya iletilen mazbatada ise Zeynep’in efendisi tarafından satılmak istendiği ve bu nedenle onun konağını yaktığı belirtilmiştir.iv Oysa Alanya Meclisi’ndeki ikinci yargılamada hazır bulunan Mustafa Efendi, Zeynep’i satmak için değil “itaatsizliği ve serkeşliği” nedeniyle ve “ıslahını murat ettiği” için kardeşi İbrahim Efendi’nin hanesine gönderdiğini söylemiştir. Ne var ki cariye Zeynep, İbrahim Efendi’nin evinden kaçmış ve 20 Ağustos 1861 gecesi saat altı dolaylarında konağını ateşe vermişti. Mustafa Efendi’nin ahırında başlayan yangın üç saat içinde diğer konaklara da sıçramış ve İbradı’da yüz otuzdan fazla ev ve odanın kül olmasına neden olmuştu.v
Mustafa Efendi, ifadesinde son olarak, Alanya’da toplanan Meclis’te hazır bulunduğunu ve burada Zeynep’in tekrar sorgulandığını, ancak sorgulama sırasında kendisine kötü davranılmadığını özellikle belirtmişti.vi Zeynep ise sadece Mustafa Efendi’nin konağını yakmak niyetinde olduğunu, bu kadar zararı düşünmediğini söylemekle yetinmişti.vii
Öte yandan Mustafa Efendi’nin anlattığı hikâye birkaç açıdan Zeynep’in anlattığı hikâyeden farklıdır. Bu farklardan ilki, Zeynep’in, efendisinin kendisine kötü davrandığı iddiasına Mustafa Efendi’nin hiç değinmemiş olmasıdır. Ayrıca Zeynep, bütün suçlamaları kabul etmekle birlikte ölen hamile bir kadından hiç bahsetmemiştir. Son olarak, hiçbir belgenin Zeynep’in nasıl yakalandığına değinmediğini de belirtmek gerekir.

SUÇ VE CEZA
Yangından hemen sonra İbradı’da kurulan mahkemede ilk sorgusu ve yargılaması yapılan Zeynep, daha sonra, zabıtalar aracılığıyla Alanya Meclisi’ne götürüldü ve burada bir kere daha sorgulandı.viii Alanya Meclisi ise sorgulamayla ilgili evrakları 26 Eylül 1861’de, Meclis-i Vâlâ’ya iletti.ix
Meclis- i Vâlâ kararını 19 Kasım 1861 tarihinde açıkladı. Buna göre, Zeynep, sorgusunda büyük bir faciaya neden olan suçunu itiraf ettiği için, Ceza Kanunu’nun 163. maddesine göre “salb” ile idam cezasına çarptırılacaktı. Meclis-i Vâlâ’nın kararında altı önemle çizilen husus, cezalandırmanın, kanunun şiddetini bilmeyen “akılsız ahali”ye bir emsal teşkil etmesinin gerekliliğiydi. Çünkü böyle faciaların büyük bir bölümüne, “kanunun ibaresi ve hükmünden gafil olan cühelâ ahali” neden oluyordu.x
Zeynep için kararlaştırılan “mahallinde salb” ve idam cezasının ne zaman icra edildiğini, maalesef bilmiyoruz. Ancak “salb” cezasının uygulanma biçimi, Zeynep’in ağaca asıldığının açık bir delili olarak kabul edilebilir. Muhtemelen “salb” edildiği gün Zeynep, ileride adını vereceği kestane ağacının, “Arapastık Kestanesi”nin altına getirilmiş ve ayaklarından ağaca asılmıştı. Zeynep’e işkence yapılıp yapılmadığı hakkında ise ancak tahminde bulunabiliriz. Fakat “salb” cezasının, idam mahkûmunun vücudu yarılarak infaz edilen bir ceza olduğunu ve mahkûm öldükten sonra da vücudunun üç gün bu halde teşhir edildiğini biliyoruz.
Zeynep’in hikâyesinden geriye kalan son belge ise onun “salb” ve idamından hemen sonra, yine İbradı’da kaleme alındı. Hikâyeyi sonlandıran bu belgenin önemi, anlatıyı rivayet eden sözlü gelenekle Osmanlı belgelerini tekrar bir araya getirmesindendir. Zira burada sözlü gelenek tarafından aktarılan “iffetsizlik” ve “ahlaki düşkünlük” ithamı, örtülü olarak ima edilmiştir:
“Dünyada insana en ziyade lüzum olan şey daima ırzı ve edebi ile oturup hiç kimseye zarar ve ziyana muceb olacak hal ve harekette bulunmamaktır.”

BİTİRİRKEN
Küçük Asya’daki köleler ve kölecilik tarihi söz konusu olduğunda tek tek köleleştirilenlere ilişkin bir tarih anlatısı kurgulamaktan oldukça uzağız. Çünkü Osmanlı kaynaklarında köleleştirilenler, kısa süreliğine, aniden “tarih sahnesi”ne çıkarlar, fakat bir o kadar çabuk bu sahneden çekilirler. Köleleştirilenin kadın olması ise—öznenin iki kere mâdun olması nedeniyle—kişisel hayat hikâyesinin peşine düşmeyi çok daha güçleştirir.
Ne var ki köle Zeynep, kendisiyle aynı kaderi paylaşan hemcinslerine kıyasla, bu “sahne”de daha uzun kalmayı başarmıştı. O, efendisi Mustafa’nın konağını yakarak “tarih sahnesi”ne dâhil oldu ve hatırası idamından sonra da sözlü gelenek aracılığıyla yaşamaya devam etti. Bununla birlikte, yazılı kaynaklar söz konusu olduğunda Zeynep’in bütün bir hayatından geriye kalan, hepi topu onun bir sayfalık ifadesini de içeren mahkeme tutanaklarıdır. Fakat bu tutanaklar, onun duygularını, eyleminin ardındaki gerçek düşüncelerini, hatta bu eylemi yapıp yapmadığını öğrenmeye dahi imkân vermez. İdamından sonra ardında bıraktığı beş yaşındaki kızına ne olduğunu bilmiyoruz mesela. Zeynep’in kocası Said, hayatına, efendi Mustafa’nın kölesi olarak mı devam etmişti? Bu soruların yanıtlarını, muhtemelen, hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.
Bundan başka yazılı belgeler geride muazzam bir şüphe de bırakmıştır. Zeynep’in idamı, Osmanlı İmparatorluğu’nda köle ticaretinin yasaklanmasından (1857) birkaç yıl sonra gerçekleşti.xii Zeynep’in efendisinin konağını yakmasına neden olan olay ise efendisi tarafından satılmak istenmesiydi. Oysa olayla ilgili hiçbir kayıtta, bu çelişkiye ilişkin en ufak bir kaygının izini bulmak, mümkün değildir. İlgili belgelerde, Zeynep’in idam kararının dönemin gazetelerinde yayımlanacağı da bildirilmişti. Ne var ki bunun amacı da, kanuna aykırı köle ticaretinin hala devam ediyor olmasının neden olduğu endişeler değildi; “kanun hükmünden gafil olan cühelâ ahali”ye, kanunun şiddetini hatırlatmaktı.xiii
Zeynep’in hatırasını yaşatan sözlü gelenek ise kuşaktan kuşağa intikal ederken birçok defa değişti ve ardında yanıtlanmayı bekleyen şu soruları bıraktı: Acaba Zeynep’le ilgili sözlü geleneğin aktardığı rivayetler, gerçek olabilir mi? O, gerçekten de bir başkasının suçunun kurbanı mı olmuştu? Rivayet gerçek olsa bile, Zeynep, omuzlarına yüklenen bu suçu neden bu denli kolay kabullenmişti? Bu soruların yanıtlarını da, muhtemelen, hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz…

** Bu makalenin farklı bir versiyonu daha önce “19. Yüzyıl Antalya’sında Siyah Köleler ve İbradı’da ‘Arapastık Kestanesi’” başlığıyla Toplumsal Tarih dergisinde yayımlanmıştır.
**** Antalya Kent Belleği Merkezi

SONNOTLAR
 “Arapastık Kestanesi” efsanesini kamuoyunun gündemine getiren ve efsanenin gerçek bir olay olduğunu ortaya çıkaran ilk kişi, Mustafa Üstün’dür. Bkz. Mustafa Üstün, “İbradı’nın Arapastık Kestanesi”, Popüler Tarih, Sayı: 63, Ekim 2005, s. 12–13.


ii BOA. İ. MVL. 458–20539, lef. 1.
iii İbid.
iv BOA. İ. MVL. 458–20539, lef. 3.
v BOA. İ. MVL. 458–20539, lef. 5.
vi İbid.
vii BOA. İ. MVL. 458–20539, lef. 6.
viii İbid.
ix BOA. İ. MVL. 458–20539, lef. 8.
x BOA. İ. MVL. 458–20539, lef. 10.
xi BOA. I. MVL. 458–20539, lef. 3.
xii Gerçekte Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelik, hukuki bir statü ve kurum olarak hiçbir zaman kaldırılmadı. Bkz. Hakan Erdem, Osmanlı'da Köleliğin Sonu 1800–1909, (Çev.) Bahar Tırnakcı, (Kitap Yayınevi: İstanbul, 2004). s. 123.
xiii BOA. İ. MVL. 458–20539, lef. 11.
ARAPASTIK KESTANESİ (Antalya)