KARŞILAŞMALAR


Kentlerin ruhu var mıdır?

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Beş Şehir” inde ve “Huzur” romanında, Victor Hugo’nun  “Sefiller” inde, Charles Dickens’in “Oliver Twist” inde anlattığı gibi daha birçok kitapta yazarlar bize kentlerin ruhunu anlatırlar. Kentlerin tarihleri, doğaları, mimari dokuları kadar  bunlarla şekillenen bir ruhları da vardır. Bu görünmez ruh, o kenti soluyan bireyler üzerinde kendiliğinden bir etkileşim oluşturur.
Antalya’nın da sahip olduğu doğası, iklimi, renkleri ve ışığı ile yaşayan kentli üzerinde yarattığı etki, tanımlanabilir bir gerçekliğe sahiptir. Ahmet Hamdi Tanpınar, bu gerçekliği “Antalyalı Genç Kıza Mektup” ta şöyle anlatır:

“…sizin sahillerinizde, o denize bakarak, o lodos dalgalarını seyrederek, benim gençliğimde şimdikinden çok az verimli olan meyve bahçelerinde dolaşırken ilk şiirlerimi tasavvur ettim ve edebiyattan başka bir şey yapamayacağımı anladım. Yavaş yavaş bir hülya adamı oldum…”
[1].

Pera Müzesi’nde gerçekleşen sergi tüm dünyada, öncelikle sahip olduğu kent dokusu, tarihi, ışığı ve rengiyle adından söz ettiren Antalya’da üretilen sanat yapıtlarını sunuyor. Kentte üretilen sanata dair cümleler kurmadan önce kent yaşamının önemli bir unsuru olan doğal zenginliklerine dikkat çekmek gerekti. Söz konusu bu zenginlik elbette kent hayatına, kent kültürüne, toplumsal dinamiklere ve sanatın –dolaylı yollarla– üretim sürecine katkı sağlamaktadır. Bu katkıyla eşzamanlı gelişen metropolleşme eğilimi kentin birey ile sağladığı ilişki üzerinde de değişime neden oldu. Yerel ve küresel iddialar içeren hareketli kent kültürü,  bireysellikler üzerinden ilerleyen bir süreci besleyen toplumsal hayat içerisinde dalgalanmalarla büyümeye devam ediyor.

Kent kültürünün sahip olduğu coğrafi ve tarihi zenginlikler nedeniyle gelişen ve önemli bir ekonomik unsur haline gelen turizm sektörünün de etkisiyle Antalya, özgür bir kent olarak nitelendirilebilir. Halk, bir kasaba doğasında metropolü yaşarken özgür alanlarının ve bireyselliğinin sınırsızlığının farkında. Bu bağımsızlık da dolaylı yollarla kent kültüründe hâkim olan uluslararasılığın ve küresel cephenin hızla büyümesini kaçınılmaz hale getiriyor. Metropolleşmeye ve özgürleşmeye dair Georg Simmel “Metropol ve Zihinsel Yaşam” başlıklı makalesinde şu yorumu yapar:

“…Günümüz metropol insanı ruhsallaşmış ve seçkin, bir anlamda kasaba insanında barınan dar görüşlülük ve önyargıların tersine ‘özgür’dür. Çevrenin genişlemesi ile kişisel iç ve dış özgürlük arasındaki yaygın tarihsel karşılıklılık nedeniyle, metropolisi özgürlük sahası kılan şey, alan ve kişi çokluğu değildir… Şehrin ufku servetin gelişme tarzına benzer bir şekilde genişler. Belli bir sınırın aşılması ile yurttaşların ekonomik, kişisel ve entellektüel ilişkileri, şehrin hinterlandı üzerindeki entelektüel hâkimiyet sahası, geometrik artışta olduğu gibi artar. Şehirden yayılan her bağ ile birlikte yeni bağlar kendi kendineymiş gibi büyür… Bütün bunlar şehrin büyüklüğüne oranla sunduğu kişisel farklılaşmalara paralel gelişen zihinsel ve ruhsal özelliklerin bireyselleşmesini biçimlendirir…”
[2].

Simmel’in tespiti gibi kentin büyümeyle gelen bireysellikleri, kişisel farklılıklar ve özgürlüklerle elde edilmiş yeni toplumsal yapısı, kentin üretime, çalışma hayatına dair dinamikleri incelendiğinde de farklı tespitlere ulaşmak mümkündür. Turizmle bütünleşen sosyal hayat ve bu alanda çalışan kentli nüfusun yaşadığı ikilem, Antalya’yı diğer kentlerden ayıran önemli bir unsur. Bu unsur, üretme ve tüketme olgusunu barındırarak her daim dinamik bir döngüyü de gerekli kılıyor. Kentin iç dinamiğinde turizm kaynaklı üretim ve hızlı tüketim olgusu her zaman yer alıyor. Bu olgu ile eşzamanlı oluşan sürekli tatil teması, tatil mekânları, ılık iklim ve bu ortamdaki üretim serüveni cezbedici olduğu kadar aynı zamanda çeldirici.

Böyle bir coğrafya ve dinamik içerisinde kültür-sanata dair ne söylemeli?

Kentin ruhunda ve dokusunda yüzyıllardır var olan arkeolojik buluntular, uygarlıklar ve imparatorluklar hakkında referans vermeyi sürdürüyorlar. Bu noktada müzeleşme projesini ilk olarak 1922 yılında başlatan Antalya Müzesi halen kentin en önemli kültür kurumları içerisinde yer almakta. 1922 yılında, bulunan arkeolojik eserlerin Alaaddin Camii’nde depolanması ile başlatılan müzeleşme süreci, 1972 yılından bugüne, nakledilen yeni binasında gelişimini sürdürmeye devam ediyor. Müze, 1988 yılında aldığı “Avrupa Konseyi Özel Ödülü” ile de uluslararası önemini kanıtlamış durumda.

Tarihi mimari kalıntıları sayesinde arkeoloji biliminin önemli bir paya sahip olduğu kent sahnesinde son yıllarda artan sanatsal etkinlikler yoluyla kentin tarihi ile günümüz sanatı buluşmaya başladı. Antalya’da 4-10 Ekim 1964 tarihinde ilki gerçekleştirilen Altın Portakal Film Festivali 1970’li yıllardan günümüze kentin kültür-sanat ortamı üzerindeki etkisini sürdürmekte. Günümüzde Türkiye sinema sanatı ve gündemi için de önemli payı olan festival, kentin sanatsal dokusu içerisinde artık vazgeçilemez bir geleneğe dönüştü bile. Film Festivali’nin ardından 1994 yılında ilki gerçekleştirilen Uluslararası Aspendos Opera ve Bale Festivali, 1999 yılında başlayan Uluslararası Antalya Piyano Festivali ve 2010 yılında ilki gerçekleşen Devlet Tiyatroları Antalya Uluslararası Tiyatro Festivali etkinlikleri, kenti sanatın farklı disiplinleriyle buluşturarak, barındırdığı sanatsal gücü küresel ağ ile birleştiriyorlar. Sahip olduğu çok uluslu kitleyi sanatsal etkinliklere yönlendirmeyi ya da aynı kitleyle uluslararası festivaller yapabilmeyi son yıllarda daha fazla gündeme getiren sivil toplum kuruluşları ve vakıflar, yerel gündemi dünyaya aktarmak için yeni etkinlikler düzenliyorlar. Antalya-Kaleiçi’nde 1999 yılında açılan Suna-İnan Kıraç Akdeniz Medeniyetleri Araştırma Enstitüsü (AKMED) Akdeniz bölgesinde faaliyet gösteren Türkiye’nin ilk özel araştırma enstitüsü olarak kentin kültürel hayatında önemli bir rol üstlendi. Türkiye ekonomisinde 1990’larda etkisini göstermeye başlayan neoliberal politikalar ülkenin sanatsal kalkınmasında oldukça etkili olmaya başladılar. Özel sektörün vakıflaşma süreçleri ve sanat merkezlerinin kurumsallaşma hızı bu yıllarda hızla artmıştır. 2000’li yılları yaşadığımız bu günlerde daha da önemli hale gelen özel sektörün sanat ile kurduğu diyalog ve kurumsallaşma girişimlerinin  bir örneği de Antalya’da 31 Temmuz 2015 tarihinde kente kazandırılan, ATSO Vakfı (Antalya Ticaret ve Sanayi Odası) tarafından açılan Antalya Kültür Sanat’dır.  Antalya Kültür Sanat ve kurumsal destekçisi Pera Müzesi, küresel sanat ağını yerel ile buluşturarak kentin kültür-sanat hayatına katkı sağlamayı sürdürüyorlar.

Antalya’nın dokusu ve sahip olduğu zengin kültürel altyapısına dair referanslar içeren “Karşılaşmalar” sergisi ise, Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrencilerinin eserlerinden bir seçki sunuyor.

Fakülte, kentte gelişen kültür-sanat ortamında, 1999 yılından bugüne sahip olduğu sanatçı adayları ve mezun öğrencileriyle önemli bir sorumluluğu üstlenmiş durumda. 2000 yılından itibaren tüm gelişim aşamalarına tanıklık ettiğim fakülte, açıldığı günden bugüne İstanbul, Ankara ve İzmir sanat ortamına pek çok yaratıcı genç isim kazandırdı.

Sergide fakültenin ilk mezunlarından son mezunlarına uzanan bir seçki yer alıyor. Geniş bir zaman diliminde gelişen sanat üretim sürecine tanıklık etme şansı yakalayacağınız yapıtlar, Resim, Heykel, Grafik, Seramik, Fotoğraf, Geleneksel Sanatlar ve Sinema Bölümü’nün eski ve yeni mezunlarının ayrıca lisansüstü öğrencilerinin eserlerinden oluşuyor.

Sergide, ortak bir kavramsal tema belirlemeksizin yıllar içerisinde fakültede verilen ve geliştirilen eğitim sürecindeki yöntemlere odaklanmak tercih edildi. Bu tercihin en önemli sebeplerinden birisi ise, fakültenin sahip olduğu çok yönlü eğitim modeli. Bu anlamda, yöntemlerin ve mecraların sanatın üretim sürecinde sadece bir araç olduğu düşüncesinden yola çıkıldı, farklı estetik ve temasal yaklaşımların disiplinlerarası diyaloguna ve analizine olanak tanıyan bir sergileme yöntemiyle, izleyenlerin aynı zamanda fakültenin eğitim modelini de görmesi amaçlandı.

Eserler; bu amaçla
“Bedenin Evrimi”, “Soyut Dönüşüm”, “Kavramın Gücü”, “Dijital Evren-Reklam”  ve “Belge-sel”
 başlıkları altında bir araya getirildi.

“Bedenin Evrimi” bölümünde; sanat tarihinde de sıklıkla karşılaşılan, sanatta bedenin dönüşümü ve kullanımı sorunu ele alınıyor. Resim, Heykel, Grafik, Seramik, Fotoğraf ve Geleneksel Sanatlar bölümlerinde farklı teknikler ve temasal yaklaşımlarla üretilmiş figüratif çalışmalar anlam sorgulaması yapıldığında rastlantısallıkla oluşmuş bir ortak paydada buluşuyorlar. Sanat tarihinde de takip edilebilen sanatta bedenin dönüşümü ve kullanımı sorunu, bu kez estetik dönüşümler içerisinde izleyene görünüyor ve karşılaştırma şansı tanıyor. Tıpkı Bahadır Yıldız’ın Tiran-i heykeli ile Selen Tokgöz’ün Tekamül seramik çalışması ya da Gizem Ünal’ın Distopya’sı ile Ceyhun Yapıcı’nın Karagöz çalışmasının yan yanalığı gibi…

“Soyut Dönüşüm” başlığı altında sergilenen Resim ve Heykel Bölümü eserlerine Geleneksel Sanatlar Bölümü’nden geleneksel tekniklerle üretilen kent planlarının soyut tasvirleri eşlik ediyor.

“Kavramın Gücü” başlığı altında ortaya çıkan seçki, izleyene fakülte eğitiminde sunulan kavramsal sanata, ready-made kullanımına dair farklı yaklaşımları izleme şansı veriyor.  Oğuzhan Yalçıner’in seramik malzemelerinin kullanımı üzerine tasarladığı Sürahiler ve bu yolla yaptığı anakronizma, Özgü Gündeşlioğlu’nun porselen ve cam malzemeyi bir arada sunarak tasarladığı, bir varoluşçuluk sorgusu Yeryüzü Serisi, Murat Ekmekçi’nin Arayış fotoğraf serisi, Esma Ünal’ın dantellerle oluşturduğu Masumiyet düzenlemesi ve Ümit İnce’nin Omlet videosu farklı disiplinlerin kavrama bakışını kendi disiplinleri üzerinden analize zorluyor.

Grafik Bölümü’ne ait çalışmaların yoğunlukta olduğu
“Dijital Evren- Reklam” başlığı altında, Fotoğraf ve Geleneksel Sanatlar bölümlerinin çalışmalarına da rastlamak mümkün. Fotoğraf, Resim ve Sinema bölümlerinin üretimlerini bir arada sunan bir diğer bölüm olan “Belge-sel” ise; belgesel fotoğraf çalışmalarına ek olarak video sanatı örnekleri ve bir resim çalışması ile oluşturuldu. Bu bölümde Fotoğraf Bölümü’nden Koray Kulaoğlu’nun Doğanın Ritmi isimli video çalışması ile Sevim Kaynar’ın Kentin Ruhu isimli resim çalışmasını bir arada görmek mümkün. Bu durum; Fotoğraf ile Resim disiplinlerinin sahip oldukları anlatım dilleri arasında bağ kurmaya olanak tanıyor. Böylece; “Belge-sel” yöntem ve üretim sürecindeki algı farklılıkları da görünür oluyor.

Sergilenen seçki ve yöntem aracılığıyla, Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde yetişen sanatçı adaylarının hem üretim süreçlerinde kullandıkları yöntemler hem de bu yöntemler arasındaki ortak bağlar, kavramsal ve düşünsel yaklaşımların ilişkisel estetikleri incelenebilecek. Tıpkı Nicolas Bourriaud’un ifade ettiği gibi: “1990’lı yıllardan ‘sonra sınırsız bir tartışma’ ile ‘birlikte varolma’yı, ‘karşılaşma’ yı ve ‘anlamın kolektif özümlenmesi’ni öneren bir yapı gelişmiştir. Bu süreçte önemli olan sanat işinin ne olduğu değil, ne yaptığıdır ”
[3].  

Yazar: Ebru Nalan SÜLÜN
Karşılaşmalar Sergisi
Koordinatörü - Küratörü
Pera Müzesi - "Karşılaşmalar" Sergisi - Katalog Metni


[1]  Ahmet Hamdi Tanpınar, “Antalyalı Genç Kıza Mektup”, Seçmeler, haz.: Enis Batur (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1992), s.20-24.

[2]  George Simmel, “Metropol ve Zihinsel Yaşam,” Sanat ve Kuram, çev. Sabri Gürses (İstanbul: Küre Yayınları, 1950), 160.

[3]  Nicolas Bourriaud, İlişkisel Estetik, çev. Saadet Özen (İstanbul: Bağlam Yayınları, 2005).

KARŞILAŞMALAR