Galeri
Söyleşi
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Annem ve babam 1938 Erzincan depreminden sonra göçle Eskişehir’e yerleşmişler. Babam sadece imza atmasını bilirdi. Okuma yazması yoktu. Annem cumhuriyet kurulduktan sonra yeni harfler çıktığı zaman dedemin eve getirdiği öğretmenden öğrenmiş okuyordu ama yazması yoktu. Böyle bir ailenin çocuğuyum. 1939 yılında Eskişehir’de doğdum. Çok çağdaş bir ailem vardı, babam ileri görüşlüydü. Beni ilkokul öğretmenim Vecibe Hanım yetiştirdi. Eğer o olmasaydı bendeki bazı değerler ortaya çıkmazdı. Benim bir tiyatro ve müzik kabiliyetim olduğunu keşfetti ve babamı ikna etti. Ankara Devlet Konservatuvarının imtihanlarına girdim ve birincilikle kazandım piyanoyu. Babam bana piyano aldı, üç ayda geldi İstanbul’dan. O üç ay bana üç asır gibi geldi. Her gün istasyona gelen yük trenlerine bakıyordum. Ailemin çağdaş oluşu çok önemliydi. Beni üç branşta imtihana soktular. Ben aynı anda tiyatro, bale ve piyano imtihanına girdim. Ağabeyimin yanındaydım o zamanlar Ankara’da. Kendisi pilottu ve aynı zamanda hukuk fakültesinde okuyordu. Ağabeyim şehit düştü ve benim Ankara’da kalacak yerim olmadı. Yurtlar yoktu. O nedenle tekrar Eskişehir’e döndüm. Evimiz iki katlı bir Rum eviydi. Babam alt katı bana tahsis etti. Orada piyanom, taş plaklar ve klasik müzik vardı. Ortaokul ve lise öğrenimimi tamamladım. Liseden sonra çalışma hayatına atıldım Ankara PTT Genel Müdürlüğünde. Ankara’daki yaşamım benim için bir üniversite oldu. Bir kültür kentiydi Ankara. Genç kızlığımın Ankara’da geçmesi, orada evlenmem, oranın kültürünü almam benim için geleceğe bir yatırım oldu. Ankara gibi bir kültür kentinden, bir başkentten aldıklarımla buraya gelince burada çok üzüldüğüm günler oldu.
Çalışan bir kadın için Ankara’da olmak daha kolay olmalı
Evet öyleydi. Eskiden hep bir yanlış anlaşılma korkusu vardı. Kadınlar bu kadar özgür değildi. Yani yaşamın içinde kadını bir yere getirip oturtmuşlar işte annesin, doğuracaksın, yemek yapacaksın, eğer varsa arkadaşlarınla güne gideceksin. Başka bir şey yoktu. Kadınların kendilerini geliştireceği ortamlar çok önemli. Bu olmayınca siz yaratıyorsunuz. İşte burada mücadele başlıyor.
Antalya’ya ilk gelişinizden bahseder misiniz?
Evlendikten sonra, 1969 yılında ilk kez geldim Antalya’ya. Geldiğimde iki çocuğum vardı. Oğlum ilkokula gidiyordu, kızım üç yaşındaydı. Bahçelievler mahallesinde bir çocuk yurdu vardı kızım oraya gidiyordu. Kreş yoktu Antalya’da çocuklar için. Ben 1979 yılında emekli oldum. Emekli olduktan sonra huzurevinin gönüllülerinden oldum. İlk gönüllülük hayatım böyle başladı 1983 senesinde.
Bu gönüllü olma kültürü nereden geliyor size?
Ailem büyük bir modeldi. Biz doğuluyuz, evimizde beş öğün sofra kurulurdu. Hep vermeyi ailemden öğrendim. Huzurevinde gönüllü olmam benim için de bir başlangıç oldu. Orada çalışmak bana güven verdi. Sosyal hizmetlerden gelen görevliler benim çok farklı çalışmalarımı gördü. Çok anılarım oldu orada. Mesela gazi bir bey ve eşi Ankara’dan gelip çalıştığım huzurevine yerleşmişlerdi. Oğlu ve gelini doktordu. İletişimleri kısıtlıydı, şimdiki gibi telefonlar yaygın değil. Bu bey ve hanımı hep çocuklarından bir haber bekliyor ve geride bıraktıkları evlerini çok düşünüyorlardı. Bu düşünceleri zamanla kedere dönüştü. Bir gün ben bir mektup yazıp hemşirelere verdim. Hemşireler “Mektup geldi size” diye götürüp okudular onu bu bey ve hanımına. Karı koca ikisi de çok sevindi. Merak ettikleri şeyleri ve endişelerini onları mutlu edecek şekilde yazmıştım mektuba. O mektubu herkese okutuyordu oğlumdan, gelinimden geldi diye. Yaşlıların bakımı için gereken her konuda özen gösteriyordum. Görevliler benim gönüllülüğümü gördüler ve bana “Siz bir dernek kurun, çok başarılısınız” dediler. Dönemin valisi Bahattin Güney de dedi bunu. Antalya Yetimler Yuvası Yaptırma ve Yaşatma Derneği adıyla kurduk derneği. Oraya arsa bulmam gerekiyordu. Ankara’ya gittim ve sosyal hizmetlerden arsa tahsisi aldım. “Ben bunun temelini Semra Özal’a attıracağım” dedim. Sudi Türel enerji bakanımızdı onun eşi Semra Hanım’a ulaştı ve 17 ay gibi kısa bir zamanda 0-6 yaş mekânının yapımı bitti. Semra Hanım’ın ve Sudi Bey ile eşinin çok büyük yardımı oldu. Bu bana büyük bir güç verdi. O başarı, başka başarıların alt basamağı oldu. Devlete ait bir kurumda çalışmak çok zordu. Dönemin belediye başkanı Hasan Subaşı’na gittim çok yardımcı oldu. Herkesin karşı çıkmasına rağmen Hasan Bey “Ben Canan Anne ’ye güveniyorum” dedi. Bu güven, büyük bir sorumluluk yüklüyor size. Dernekçi mantığını da değiştirdim Antalya’da. Amatör çalışmanın içinde profesyonelce düşünmek gerektiğini yaşamım içinde keşfettim. Sadece bağış toplamakla amaca ulaşamazsınız, proje gerekiyor. Amaçlarımıza uygun bir iktisadi kuruluş kurduk “Çocuk Cenneti” adı altında. Bu da vakıflarda bir dönüm noktası oldu.
Ailenizin size karşı olan tutumu nasıldı?
O çok önemli. Vakıf kurduğumuzda eşimi vakıf mütevellisi yaptım. Bir dernekte çalışan insanın dernekle özdeşleşmesi gerekiyor. Eşiniz ve çocuklarınız bununla ilgili değilse sıkılıyorlar. Aynı yerde ikimiz de olunca konuşma ortak oluyordu. Eşim ve çocuklarım en büyük destekçim oldu. Çocuklarımı da hep dâhil ediyordum çalışmalara. Kızımı şimdiden hazırlıyoruz benden sonra burayı yönetmek için. O ruh sizde yoksa başaramazsınız. Bir gönüllünün en büyük sermayesi güvendir. Eşim, çocuklarım ve Antalya bana güvendi. Onların inancını asla istismar etmedim. Bana her yardım eden kişiye etmiş olduğu yardımı nezih şekilde taktim ettim. Şimdi telefonla ihtiyaçlarımı hallediyorum. Kendimi tanıtınca çok yardımcı oluyorlar. Bir kadının hangi şartlarda olursa olsun kendine değer vermesini, kendini sevmesini istiyorum. Eğer kendinizi severseniz o sevginizle layık olduğunuz ortamı kendiniz yaratırsınız. Günümüzde kadınların kendini çok güzel ifade edebileceği bir ortamda yaşıyoruz. Gönüllülük hayatıma başladığım günden bu yana kadınlar çok yol kat etti.
Çalışma alanınızı çocuklara yönlendirmenizin sebebi nedir?
Ben çalışan bir kadın olarak çocuk büyütürken sıkıntılar yaşamıştım. Kreş yoktu, köyden gelen bakıcı kadınlar vardı. Oğluma önceleri annem bakıyordu, o hasta olunca bakıcı kadın tuttuk ama çocuğum giderek zayıflıyordu. Akşam çocuğumu beslerken aç olduğunu fark ediyordum. Çocuğumu doktora götürdüm ve doktorun sorduğu ilk soru “Çocuğa kim bakıyor?” oldu. Ben “Bakıcı kadın bakıyor” deyince “Kadının ellerinde kına var mı?” diye sordu. Meğer çocuk, kadının kınalı ellerinden korkuyormuş ve o nedenle yemek yemiyormuş. Bunu tesadüfen öğrendim. Böyle acılar içinde çocuk büyüten bir anne olarak çocuklara yönelik derneğin özellikle çalışan anneler için çok iyi olacağını düşündüm. Çocuk esirgeme kurumundaki çocuklara öncelik verdik elbette ve bu çocukların birçoğu şuan bizim mütevelli heyetimizde. Bunlar insanı hayata bağlayan şeyler. Şu an bunlar için çok şükrediyorum. Ben bu vakıf sayesinde ayaktayım. Gönüllülük, insanı insanüstü yapan bir şeydir. Sevgi, yürek ve azim çok çok önemlidir. Burada dikkatle baktığımız zaman gönüllülükte kadınlar daha başarılı. İşini sevmek, kendini sevmektir. Nerede çalışırsanız çalışın bir dernek veya vakfa üye olun diyorum. Kendinizi orada bulacaksınız. Bazen dışarıda gezerken buradan mezun olan çocuklar bana gelip anneanne diyor, bu o kadar güzel ki.
Günümüzde toplumsal hayattaki kadının durumu nasıl sizce?
Şartlar değişti, artık kadının da çalışması gerekiyor. Kadınlar evin telaşıyla, işin telaşıyla çevresiyle kaynaşamıyor. Kadınların hem evde hem işte çalışması onları sivil toplum çalışmalarından geride tutabiliyor. Ancak kadının ve erkeğin iş dünyasında birlikte çalışması yaşadığımız çağın bir gereği yani farz oldu artık bu. Şu anda zaten Antalya’da Antalyalı kalmadı her ilden göç var, herkes kendi kültürünü ortaya koyuyor burada. Bu da iyi oldu. Göçlerin medeniyet getirdiğine inanan bir insanım. Sürekli aynı insanlar içinde bir gelişme olmaz. Ben üniversitelere çok önem veriyorum, bence her ilde üniversite olmalı. Herkes her ilin yapısını öğrenmeli. Bu bağlamda turizm sektörüne müthiş bir saygım var. Bugün turizm bir barış elçisidir. Bu sektörde kadınlar da çok iş buluyor. Mesela kat hizmetinde çok sayıda kadın çalışıyor, her milletten birini görse bu şekilde kendini geliştirir.
Burada eğitim alan çocuklar hakkında bilgi verir misiniz?
Bundan 6-7 sene evveline kadar ben hep gecekondu çocuklarını alıyordum. Göçlerle gelen, maddi durumu yerinde olmayan çocuklara bakıyordum. Şimdi muhtaç çocuk yok, olmasın da. Muhtaç olanlara devlet bakıyor, sevgi evleri var. Şimdi asgari ücretli insanların çocuklarına bakıyorum. O insanların çocuklarını kreşe göndermesi mümkün değil çünkü.
Tüm bu çalışmaları yürütürken bir kadın olarak olumsuz bir durumla karşılaştığınız oldu mu?
Hiç karşılaşmadım böyle bir durumla. Çünkü ben valiye gittiğim zaman yapacağım projeyi dosya halinde götürüyordum, ne istediğim bilerek gidiyordum. Bu durumda neden vermesin ki? Bir gönüllü her altyapısını yaparak onay alır. Bu profesyonelliktir. Bir gönüllü kendini geliştirmek, yaptığı işi bilmek zorundadır. Neye hizmet ediyorsan araştıracaksın ve onun altyapısını ayarlayacaksın. Ben bu konularda kendimi geliştirmek için çok çalıştım. Ben eğer başarılı oldumsa her gün kendimi geliştirmemdendir. Araştırmalar yapıp yenilikleri vakfıma getiriyorum. Bu nedenle gittiğim hiçbir kapıdan olumsuz bir cevapla geri dönmedim. Ne isteyeceğinizi çok iyi bileceksiniz. Bir kurumdan mevzuat dışı bir şey isterseniz refüze olursunuz. Mesela Cemal Karaköy vardı o zamanlar ikinci noter. Dediler ki “Sen ondan hiçbir şey alamazsın”. Ben de inşaat yapıyorum zamanlar vakfa. Sayın Karaköy’e gitmeden önce çevresine nelerden hoşlandığını, özelliklerini falan sordum. Koyu bir Antalya Sporlu olduğunu öğrendim. Randevuyu maç olduğu zamana denk getirdim. Randevuya gittiğimde hemen lafı Antalya Spora getirdim. Baktı ki bir kadın futboldan bahsediyor, hem de Antalya Spordan. Bir süre konuştuk sonra bana bir şeyler ikram etmek istediğini söyleyince ben “Sizin ikramınızı başka konuda istiyorum” diyerek konuya girdim. İnanın çıt çıkarmadan o günün parasıyla yüz lira bağış yaptı. Yüz lira büyük paraydı. Kadının inceliği, zekâsı burada ön plana çıkıyor. Bu evde de böyle, iş yaşamında da böyle. Kadın olmak ayrıcalıktır.
Kadın müzesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kadın müzesi, kadına bir değer ölçüsüdür. Kadına ait bir müze fikri beni çok onurlandırdı. Bir kadın olarak gurur duydum. Müzenin geçmişteki kadınların tanımını yapıp “Ne kadınlarmış” denerek izlenmesini isterim. Böylece müze bugünkü kadınlara da destek olacaktır.
Kadınlar için nasıl bir proje hayal ederdiniz?
Ben bir kadın köyü hayal ediyorum. İçinde kadınların yaptığı işlerin, sanatların sergilendiği ve kadınlara yönelik kursların, eğitimlerin yapılabildiği açık hava müzesi gibi bir köy bu. Gelen turistlere yaptıkları ürünleri satarak bir gelir elde edilebilir. Oraya gelen turistler kadınların neler yaptıklarını görmüş olur. Böyle bir hayalim var.
Genç kadınlara ne gibi tavsiyeleriniz var?
Her zaman şuna çok önem veriyorum: Herkes kendini sevmek zorunda. Eğer severseniz kendinize layık olanını seçersiniz. Kendini sevmek birinci koşul. Kendinizi severseniz kendinize layık ortamları yaratırsınız. Eğer ekonomik özgürlüğünüz yoksa muhakkak becerileriniz vardır. Yaratıcılığınızı ortaya koyacaksınız. Çalışmak ayıp değildir. İşin küçüğü olmaz, insanın küçüğü olur. O nedenle genç kadınlara şunu söylüyorum: Bulundukları noktadan daha üste çıkmak için çaba sarf etmeleri, kendilerine çok güvenmeleri ve “Ben daha iyiye layığım” demeleri gerekiyor. Bunlar olduktan sonra başarısız olmak mümkün değil. Hiçbir şey yapamazsa çevresinde dikkat çeker, ortaklık bulur. Ben bunlara çok şahit oldum.
Çevre illerden size deneyimlerinizden yararlanmaya gelen oluyor mu?
Evet, var geliyorlar. Biz zaten sadece Antalya’ya değil, gerek olduğunda diğer illere de yardım yapıyoruz. Mesela Marmara depreminde Adapazarı’nda üç yıl boyunca çadırda çocuklara eğitim yaptırdık. Van depreminde buraya gelen insanlara yardım yaptık. Kursa gönderdiğimiz çocuklar üniversiteyi kazanıp bizi aradığında çok mutlu olduk. En azından 8-10 tane vakıf senedi hazırlayıp vermişimdir başka illerdeki vakıf çalışmalarına yardımcı olmak adına. Bürokratlar artık STK’lara önem veriyorlar. Günümüzde gelişmiş toplumlarda sivil toplum üçüncü sektör. Bulunduğu yerin dengesini değiştiriyor STK’lar. İnşallah ülkemizde de gelişecek zamanla. Biz vakıf olarak ayrıca cezaevinde kreş yaptık Antalya’da. Dünyada bir eşi yok bunun. Dönemin vali eşi Emine Yüksel Hanım çok yardımcı oldu bize. O çocukların buna çok ihtiyacı vardı. Bir çocuğa yapılan bütün hizmetler geleceğe yapılmış bir yatırım olarak görüyorum.
Gelecekte bu vakfı nerede görüyorsunuz?
Mütevellilerime bir seminer düzenleyeceğim yakında ve vakfın geleceğini konuşacağız. İnşallah burası ebediyen hizmet yapar. Burada bizim para kazanmak gibi bir düşüncemiz olmadığı için güzel çocuk yetiştirmek isteyenler çocuklarını bize getiriyor. Herhangi bir kreşe götürdüğünüzde orada sizi kaybetmemek için çocuğun yanlışlarını dahi düzelir deyip anneyi teselli ediyorlar. Bizde bu yok. Eğer çocukta bir sorun varsa aileye bunu bildirip “Ya çocuğunuzu bir psikoloğa götürün ya da biz bu çocuğu almayız” diyorum. Çünkü diğer çocukları etkiliyor. Aileler kabul ediyor çocuğun tedavisini. Bizim kar amacımız yok. Vakfın dışındaki iktisadi işletmeyle bu hizmetleri yapıyoruz. Şu anda burası sıradan bir vakıf değil, bir kurum. Profesyonelce çalışıyoruz ama ruhumuz bir vakıf. İki dengeyi bir arada idare ediyoruz. Sevgi var burada, en önemlisi o. Bir çocuğa sevgi veriyorsanız ondan korkmayın. Paylaşmayı bilmesi çok önemlidir bir çocuğun.