NİGAR DURU
Görüntülenme: 14604

NİGAR DURU

ANTALYA KADIN HAREKETİ
Söyleşiyi Yapan: Senem Yıldırım
Yer: Antalya Kadın Danışma Merkezi ve Dayanışma Derneği
Tarih: 28.08.2015

Galeri

Söyleşi

Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ben 1954 İbradı doğumluyum. İbradı okuma oranı yüksek bir yerdir. Ben Hacettepe Üniversitesi’nde sosyoloji okudum ve öğretmenlik yapmayı tercih ettim. Çoğunlukla Antalya’da, bir süre de İstanbul’da felsefe gurubu öğretmenliği yaptım. 2005 yılında öğretmenlikten emekli oldum.

Kadın hareketi içine nasıl girdiniz?
Dünyayı sürekli sorgulayan ve yorumlayan bir branşta öğretmenlik yapmak beni kadın hareketinin içine biraz daha itti diyebilirim. Üniversite yıllarımda kadınların ezildiğini ve bunun ancak kadın örgütlenmesiyle değişebileceğini kabul eden bir gurupla yola çıktık. Kısacası biz kadın hareketine 20’li yaşlarda başladık. Antalya’da 1978 yılında bir dernek kurduk, Antalya Devrimci Kadınlar Derneği. 1980’de bütün demokratik kurulumlar gibi o da kapatıldı. Hatta arkadaşlarımız arandı, bir kısmı hapis yattı. 1990’lı yılların başına geldiğimizde Antalya’da Eğitim-Sen’den bir gurup kadın arkadaşla birlikte kadın mücadelesine devam ettik. Çünkü kadınlar diğer toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuzda da eziliyorlar, ikinci sınıf vatandaş muamelesini görüyorlar. Bu çalışmalarımızın meyvesi olarak bir pazar kurma kararı aldık çünkü kadınlar başta ekonomik olarak güçsüzler. Şimdi yıkılan eski özel idare binası önünde kadınların ürettikleri ürünleri satabileceği bir pazar kurulmasını sağladık. Kadınların elinden tutulması gerektiğini düşünüyorduk. Kadınları bilinçlendirmek ve onlara güven vermek gerekiyordu. Kadınların kendilerine güvenleri yok çünkü onlara hep “Saçın uzun aklın kısa” denmiş, “Elinin hamuruyla erkek işine karışma” denmiş. İşler sınıflandırılmış, kadınlara hep “Sen yapamazsın” deniyor.

Antalya’da 1990’lı yıllarda başka ne gibi mücadelelerde bulundunuz?
Demokrasi talepleri arttı o dönem, kadınlar için hak talep eden siyasi partiler kurulmaya başladı. O zamanlar bizim de siyasi partilerde kadın kotası için çalışmalarımız oldu. Siyasi partiler kanununda kadınlar hakkında bir şey yok. Ayrıca erkeklerin siyasetle uğraşmak için daha çok zamanı var ve olanakları fazla. Erkekler günde 8-10 saat çalışıyorsa geriye kalan tüm zamanı kendileri için kullanabiliyorlar. Kadınlar tam tersi. Ev kadını denilerek bize göre görünmeyen emek ile neredeyse günde 20 saat çalışıyorlar. Hele küçük çocukları varsa… Evin bakımı, çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlı bakımı vs. derken kendilerine o kadar az zaman ayırıyorlar ki komşusuyla bazen yarım saat konuşması bile sorun olabiliyor bu sistemde. Çalışan kadınların sorumluluğu çok fazla oluyor. Erkekler işten çıkınca gidip bir saat bir çay bahçesinde oturup sosyalleşebiliyor ama kadınlar işten çıktıklarında koşa koşa evdeki yemeği ayarlamaya çalışıyorlar. Sonuç olarak erkeklerin daha fazla boş zamanlarının olması onların siyaset içinde daha fazla bulunmalarının sebeplerinden biridir.
 
Kadınların siyasette aktif olarak yer almaları konusunda toplumsal bakış nasıl?
İnsanlar kadınları siyasetin içinde konumlandırmakta zorlanıyor. Örneğin 1990’lı yıllarda bir gün babamın evindeyiz, ailecek oturuyoruz. Evimize bir misafir geldi ve babamla sohbet ediyorlardı. Ben de konuşmaya katıldım ve fikirlerimi söyledim. Baktım babam bana kaş göz işareti yapıyor susmam için. Ağabeyimin rahatça konuşmasına rağmen, ben kaç yıllık öğretmen olduğum halde sırf kadın olduğum için babam benim susmamı istiyor. Yani erkekler siyasetle uğraşabilir ama kadınlar uğraşamaz düşüncesi var. Kadınların siyasette yer alması önemli bir konu. Kadınların kendilerini geliştirmek için, kitap okumak için vakitleri olmuyor. İyi kadın olacaksın, iyi eş olacaksın gibi ağır yükler veriliyor. Erkeklere sadece para kazan, evini geçindir diyorlar. Geçindiremezsen iyi bir erkek değilsin deniyor. Erkekler de bu şekilde aşağılanıyor. İş bulamadığı için intihar eden erkekler oluyor. Yani toplumsal cinsiyetle roller paylaşılmış. Şimdi biz siyasal partilerde %50 kadın olsun diyoruz. Kadınların kendilerine güven kazanması lazım, imkân verilmesi lazım pozitif ayrımcılıkla.

Son yıllardaki çalışmalarınız neler?
Bu dernek 2000 yılında kuruldu. Ben 2007’den beri bu dernekte aktif rol alıyorum. Merkez olarak şiddete uğramış kadınların yanında duruyoruz. Sorunlu kadın oldukça fazla ülkemizde. Antalya’da da tüm ülkedeki gibi kadına yönelik şiddet var. Bir kısmı ekonomik şiddet görüyor kadınların. Para kazanmak isteyen kadınlar, kreş yardımı isteyen kadınlar dahi başvurabiliyorlar bize. Kadınların kendilerine güven kazanmaları için yanlarındayız. İş bulmak isteyenleri gerekli yerlere yönlendiriyoruz. Bazen işverenler de bize başvurabiliyor, ihtiyacı olan kadınlara iş vermek istiyorlar.

Ülkemizde kadına yönelik şiddet ne durumda? 
Türkiye İstatistik Kurumu’na göre Türkiye’de kadına yönelik aile içi fiziksel şiddet %39 oranında. Yasalarda olan cezalar uygulamaya geçmiyor, bu nedenle şiddet azalmıyor. Hafifletici nedenler bulunuyor, iyi hal indirimleri oluyor. Öldürülen kadınlara dikkat ederseniz çoğu boşanmış veya boşanmak üzere olan kadınlar çünkü kadınları mal olarak gören mantık, kadınları hiçbir zaman kendisinden ayrı düşünemiyor. Eşine şiddet uygulayan erkek, işten çıkarıldığında patronunu öldürmüyor ama. Bu da bir gerçek. Eşini mal olarak görüyor, güç ilişkisi var. Patronu onu işten çıkardığında bir şey diyemiyor –örgütlü olsa ona da diyebilir aslında- ama kendini kadının üstünde gördüğü için şiddet uyguluyor. Bu nedenle boşanma davaları açan kadınlara daha çok şiddet uygulanıyor.

Kadınlar ilk ne zaman toplumda ayrımcılıkla karşılaşmaya başlıyor?
Daha doğduğu anda kadınlara ayrımcılık başlıyor. Erkek çocuk sahibi olmak övünülecek bir şey mesela. Erkek çocuğun pipisi kesiliyor ve büyük törenler oluyorken bir kız çocuğu regl olduğunu olur ya birine söylese ne ayıp, ne kötü şey. Kız çocuğunun ergenliğe geçmesi bizim için en büyük ayıptır. Erkeklik yüceltilir ve ona güç verilir. Erkeklerle fiziksel olarak aynı yapıda değiliz ama bu demek değil ki biz onlardan aşağı yaratıklarız. Sistem bize sürekli eşit olmadığımızı empoze etmeye çalışıyor. “Annelik en yüksek kariyerdir” diyorlar. O kariyer değil ki. Eğitim sistemimizde de çok büyük eksiklikler var bu konuda. Öğretmenlik yaptığım için bunu iyi biliyorum. Kız çocuklar okulda kötü bir şey yaptığında öğretmenleri “Kız olacaksın bir de” der ve ceza verir ama aynı şeyi bir erkek yaptığında o kadar yadırganmaz. 1994 yılı ekonomik krizinde öğretmenlik yaptığım okula yazı gelmişti. Derslerde ülkedeki ekonomik krizden, enflasyondan bahsetmek yasaktır yazıyordu. Ben o zaman sosyoloji dersi veriyorum ve bu yazıyı imzalamayı reddettim. Dersin içinde bu konular var nasıl anlatmam? Derslerimde çocukların gazete haberleri hakkında koşmaları için de zaman verirdim ve buna diğer öğretmenler karşı çıkardı. Çocukların gazete okumalarına bile karşı çıkan sistem ne kadar eğitim verebilir ki? Eğitim sistemimize toplumsal cinsiyet konusunu almalıyız ve çocuklarımızın eğitimini buna göre şekillendirmeliyiz. Sen kızsın şunu yaparsın, sen erkeksin bunu yaparsın değil, iki farklı cinssiniz ama ikiniz de her şeyi yapabilirsiniz mantığının yerleştirilmesi lazım. Bu çok önemli.

Antalya’daki kadın hareketinin en büyük kazanımı sizce ne oldu?
Örgütlenmeyi öğrendik. Derneğimiz bine yakın gönüllüsü olan bir yer. Örgütlenme bilinci oluştu kadınlar arasında. Örgütlenip ses çıkarınca bir şeylerin değişebileceğini öğrendi kadınlar. Antalya’da 1980’li yıllarda bir genelev kadını tecavüze uğradı ve biz bunun başkaldırısını yapmıştık. O zamanki yasaya göre tecavüze uğrayan kadın eğer genelev kadınıysa erkeğin aldığı ceza yarıya iniyordu. Bu kadınlara devlet sen tecavüze uğrayabilirsin diyordu. Buna karşı ses çıkarmak için Antalya’da yaşanan bu olayı anlatan Madde 438 isimli bir film yapıldı. Gülşen Bubikoğlu oynamıştı bu filmde ve bundan sonra bu madde değişti. Antalyalı kadınlar olarak bizim kazanımımızdır. Günümüzde bu suç kime karşı işlenirse cezası eşittir hatta çocuklara, engellilere karşı işlenmişse cezada artış oluyor. Diğer illerdeki, özellikle İstanbul’daki kadın örgütleriyle birlikte en büyük kazanımlar hukuki konularda oldu. Çok madde değişti. Antalya’da biz ayrıca kadın sığınaklarının açılmasını sağladık. Antalya merkezde iki tane sığınak var sadece. Yasaya göre her yüz bin nüfusa bir kadın sığınma evi olması gerekiyor ama bu yasalar uygulanmıyor. Kadınlar sığınağa gidince kurtuluyor mu? Diyeceksiniz ama en azından o şiddet sarmalından çıkmaları için çok önemli bir şey.

Şiddet gören kadınlar daha çok hangi kesimden oluyor?
Eğitimi yüksek insanlar arasında da şiddet çok fazla ama en fazla fiziksel şiddet ev kadınlarına uygulanıyor. Aile içi şiddet her yerde karşımıza çıkabiliyor. Mesela sendikada olduğum dönemde orada aktif olan bir kadın bir gün gözü mor geldi. Sonradan öğrendik ki eşinden şiddet görüyormuş. Karı koca ikisi de demokrasi mücadelesi veren insanlardı bunlar. Başka bir örnek olarak ünlü bir doktor vardı, karısı da psikologdu. Adam hem kadını aldatıyor hem de şiddet uyguluyordu. Bu kadın en sonunda bize başvurmuştu. Düşünebiliyor musunuz ikisi de okumuş, başarılı insanlar. Biraz araştırsak çok arkadaşımızda şiddet öyküsü çıkabilir. Kadınların ifadelerinden, mutsuzluğundan anlaşılabiliyor bu. Biz illa ki şiddet deyince dişin mi kırıldı, gözün mü morardı arıyoruz oysa psikolojik şiddet o kadar fazla ki. Bir keresinde bana bir öğretmen arkadaşım “Ben daha maaşımın kaç lira olduğunu bilmiyorum” dedi. Gel başvuru yap dediğimde “Böyle bir düzen tutturdum artık idare ettirip gidiyorum” dedi. Yani mutsuzdu aslında bu sözü söylerken. Bizim ne yaptığımızı merak ederek buraya gelmişti kadın. Yaşadıklarını dışarıya anlatmaya çekiniyordu. Görünmeyen şiddet çok fazla çünkü bir gizleme söz konusu. Bir de şiddeti bilmemek var. Çok arkadaşım bana “Niye kadın mücadelesindesin? Ben bir ayrımcılık görmüyorum” diyor. Sen hiç tacize uğramadın mı? Sana hiç laf atılmadı mı? Diye sorduğumda ise “O da mı şiddet?” diyorlar. Evet, o da şiddet. Ayrıca kadınlar çalıştıkları yerlerde de şiddet ve yıldırmaya uğruyorlar. Kadınlara işyerlerinde “Önce çocuğuna bak öyle gel” denir. Çocukları sebebiyle iki gün rapor alsa resmen yüzüne vurulur. Geleneksel yapıda kadına baktırılır çocuklar. Nasıl olsa kadın, işinde yükselmese de olur mantığı var. Kadın ne kadar başarılı olsa da bu cam tavan onun yükselmesine engeldir. İş yerinde kadına sen olsa olsa çocuğuna bakarsın mantığı da bir şiddettir. Kısacası kadınlar farkında olmasalar da her yerde şiddetle karşılaşıyor.

Kadın hareketi açısından Antalya avantajlı bir kent mi?
Antalya bir bakıma avantajlı. Ülkemizin başka yörelerine gittiğimde bunu görebiliyorum. Her gittiğim yerde kadınlarla konuşur dertleşirim. Feodal yapının olduğu yerlerde kadınlar daha çok eziliyor. Oralarda Antalya’dan geldiğimi söyleyince “Siz daha rahat hareket ediyorsunuz, imkânlarınız daha iyi” diyorlar. Biz Antalya’da kadınlar özgür olmalı diyebiliyoruz ama bunu her şehirde söyleyemezsiniz Türkiye’de. Diğer şehirlerdeki kadın hareketinden arkadaşlarımız her istedikleri sloganı atamadıklarını söylüyor. Antalya bu yönden iyi bir şehir. Yüzünü batıya dönmüş, turistik bir şehir. Antalya’da okuma yazma oranı yüksek, dini baskılar az. Bunlar kadın hareketi için Antalya’nın avantajlı olmasını sağlıyor. Din baskısı, ırkçılık, muhafazakârlık arttıkça kadına yönelik şiddet artıyor.  

Bir kadın olarak Antalya’da yaşamaktan memnun musunuz?
Antalya modern, demokrasiden yana, laiklikten yana, eşitlikten yana bir şehir. Ülkemizde muhafazakârlık ve ırkçılık belli bölgelerde yoğunlaşsa da Antalya’da daha rahatız. Sosyal faaliyetleri oldukça fazla bir şehir. Etkinliklere ilgi bazen az oluyor, bir İstanbul gibi değiliz ama Antalya’da bizi anlayabilecek insanların oldukça fazla olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda ben bir kadın olarak Antalya’da yaşamaktan mutluyum. Giyim konusunda en rahat olduğum şehirlerden birisidir Antalya. Sadece giyim konusu düşünülmesin, başka konularda da rahat bu şehir. Örgütlenme kolay oluyor, bilinçli kesim oldukça fazla.

Antalya’da kadınlar için ne yapılmasını isterdiniz?
Bir araya gelecek yerler olmalı, farklı sosyal aktiviteler yapılmalı. Kadınların beraber olması, sosyalleşmesi kolaylaştırılmalı. Kadınların en önemli özelliklerinden biri, birlikte sosyalleşmeleri ve dertleşmeleridir hatta oralarda dedikodu da vardır ve dedikodu bir anlamda kadınların sibopudur deriz. Kadınların derdini arkadaşına aktarması önemlidir, bu bir bakıma terapidir. Antalya’da kültür evleri gibi kadınlara yönelik birimler olmalı. Kadınlar orada hem dertleşmeli, hem sosyalleşmeli ve daha farklı şeyler konuşabilmeli. Kadın kahvesi, kadın kültür evi gibi yerler açılır, kadınlar da buna sahip çıkarsa çok güzel olur. Al Yazma anıtı yapıldığında bunu da dile getirmiştik.

Al Yazma anıtının yapımı nasıl oldu?
Eğitim-Sen’de 8 Mart öncesi bir toplantı yapıyorduk. İçimizden bir arkadaşımız her öldürülen kadın için bir çivi çakalım fikrini ortaya attı. Kütük falan yetmez buna dendi. Sonra bu konuda anıtsal bir şey yapmak istedik. Kent konseyinde bu fikri sözcü olarak aktardım. Çok olumlu karşıladılar. Uzun süre yeri araştırıldı bu anıtın. Anıtın tasarımı için yarışma yapma düşüncesi çıktı. Muratpaşa Belediyesi maddi destek verdi. Arkadaşlarımız çok çalıştı bu konuda. Nihayetinde Bayındır Parkında yapıldı bu anıt. Amacımız o kadınların isimlerini ölümsüzleştirmek ve kadın cinayetlerine dikkat çekmekti ama maalesef kadın cinayetleri dur durak bilmiyor.

Siz yıllardır içinde bulunduğunuz bu çalışmalarda en çok kimden destek aldınız?
Ailemden, özellikle ağabeyimden demokrasi mücadelemde çok büyük destek aldım. Kadın işi erkek işi diye bir ayrımın olamayacağını bana ortaokulda ağabeyim öğretmiştir. Annem de hep destek oldu bana. Kendisi okuyamadığı için önümü her zaman açtı. Ailem bana çok güvendi. Evlendikten sonra da eşimle devrimci harekette birlikte çalışıyorduk ve hiçbir zaman o beni engellemedi ama son yıllarda eşim biraz köstek olmaya başlamıştı ve bu beni üzdü. Bana kendim için yaşamamı söylemeye başladı ama ben bu mantığı anlayamıyorum. Ben bireyci değilim, halen toplumcuyum. Toplumun yükseldikçe bizim de yükseleceğimizi düşünüyorum. Ayrıca çocuklarım bana çok katkı sunuyorlar. Kızım burada olduğu zaman birlikte etkinliklere katılırız.

Feminist olmak kadınlara ne kazandırır?
Kadın olarak nerede olduklarını görmüyor pek çok insan. “Karnım doyuyor, hayat sürüyor ne de olsa. Demokrasi olmasa da, hareketlerimiz kısıtlansa da bu her toplumda olur geçer” diyorlar. Hâlbuki tam tersi, kadınlar sessiz kalırsa bu baskıcı sistem iyice köklü hale gelir ve her şey daha kötü olur. Bu sistem kadını eve kapatarak, erkekten soyutlayarak, toplumdan soyutlayarak iyice köleleştiriyor. Feminizm öyle korkulacak bir şey değil. O kadar mutlu oluyoruz ki biz buraya gelince, bir arada oldukça. Etkinliklerimize katılan kadınlar bu dayanışma ortamını görünce kuvvetleniyor ve sonra bize üye oluyorlar ya da gönüllü oluyorlar. Kadın hareketi içine girince kendilerini daha güçlü ve daha güvenli hissettiklerini söylüyorlar. Başörtülü kadınlar da var bizim yanımızda. Sonuçta o da bir kadın. Biz hiçbir kadın arasında ayrım yapmıyoruz. Bizi erkek düşmanı olarak göstermeye çalışanlar oluyor. Hâlbuki erkek düşmanı değiliz asla. Pek çoğumuz evliyiz, pek çoğumuzun çocukları var. Biz erkeklere karşı ayrımcılık yapmıyoruz. Biz erkeklere değil, sisteme karşıyız. Eşitlik sağlandıktan sonra ben niye mücadele edeyim ki?

Sizin için önemli kadın figürler kimlerdir?
İlk akla gelen Emma Goldman, Clara Zetkin var kadın hareketi için önemli isimlerden. Simone de Beauvoir var mesela. Bunların dışında çok kadın var tabi ki. Türkiye’den Nuran Akyüz var ilk aklıma gelen kadınlardan. Mor Çatı’yı kuran kadınlar çok önemlidir. Hepsini sayamayacağım kadar çok kadın var ve her birinden bir şeyler öğreniyoruz.

Kadınlara tavsiyeleriniz neler?
Bu sömürü sistemi, özellikle kadınların ikincil konumu ve ataerkil sistem bitene kadar bu mücadele devam edecek diyorum ben. Gelecekten umutluyum. Umudun olmadığı yerde eylem olmaz zaten. Bu yüzden de kadınların yılmadan mücadeleye devam etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Antalya Kadın Müzesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Çok güzel bir proje bu, kutluyorum sizleri. Kadınların apayrı bir tarihi var ve bu anlatılmalı. Resmi tarih her şeyi hemen kapatır ya da çarpıtır; ama müzeler bir şeylerin aydınlanması ve insanların bilgiye ulaşması açısından önemli bir kurumdur diye düşünüyorum. Kadınların neleri başardıkları kadın müzesinde gösterilmeli. Öncü kadınların da bu müzede temsil edilmesi gerekiyor. 
NİGAR DURU