Galeri
Söyleşi
Bize kendinizden söz eder misiniz Neşe Karel kimdir?
Ben göçmen kökenli bir ailenin Bursa’da doğmuş çocuğuyum. 1943 doğumluyum. Anneanne tarafım Dobruca, babaanne tarafım Varna’dan. Osmanlı Rus savaşı sırasında ailem Bursa’ya gelmiş. Eşim de göçmen kökenli bir aileden. Babam, Bursa’ya Atatürk’ün ziyaretinde ona bir mektup verip tayyareci olmak istediğini söylüyor. Atatürk, babamı Sabiha Gökçen Tayyare Mektebine yerleştiriyor. Babam cumhuriyetin ilk savaş pilotlarından. Babam hep şark hizmetlerine gidiyor ve o yıllarda şark çıbanı denen bir hastalık yaygın. Kızların suratlarında çıkarsa iz bırakıyormuş diye babam beni Bursa’da anneannemin yanında bırakıyor. Malatya’ya tayin olunca yanlarına aldılar. Ben okulun neredeyse her yılını babamın görevi nedeniyle farklı illerde okudum. Asker çocuğu olunca göçebe bir tahsil yaşamınız oluyor.
Çocukluğunuz nasıl geçti?
Ninemin ve dedemin yanında, güzel Rumeli insanlarının yanında çok güzel bir çocukluk geçirdim, en büyük tesellim bu. Sonradan annemlerin yanında o mutluluğu bulamadım. Rumeli Prensesi gibiydim Bursa’da. Dört beş sene süren bir mutluluktu.
Evliliğiniz nasıl oldu?
Tahsil hayatım liseye kadar devam etti. Liseden sonra eşim beni gördü ve peşimi bırakmadı. Ben aslında hukuk fakültesine gitmek istiyordum. Haksızlığa uğrayan insanları savunmak için avukat olmak istiyordum ama olmadı, evlendim. O gün bugündür de evliyim. Bir evlat verdi tanrı. Ankara’da yaşıyorduk o yıllarda. Doktorların yanlış tanı koyması sonucu çocuğum konuşamadı, zekâ geriliği ve epilepsi oldu. Bu nedenle başka çocuk yapamadık, bakımı zordu. İlgilenemeyiz diye korktuk.
Nasıl bir yaşantınız vardı o yıllarda?
Ben devamlı evde yaşamak zorunda kaldım. Zaten kocam evlendiğimizde henüz üniversite öğrencisiydi. Gündüzleri çalıştı geceleri okudu. Bütün üniversite derslerini birlikte çalıştık. Eşim üniversiteyi bitirince yüksek lisans okudu. Ben bir yandan ona yardım ettim bir yandan çocuğuma baktım. Bu arada içimi boşaltmak için yazdım. Eşim haftada bir gün evde olurdu, o günler benim izin günümdü. İzin günlerimde dışarı çıkardım, sosyal faaliyetlerde bulunurdum. Dernekler, kültürel etkinlikler, söyleşiler, konferanslar… Benim izin günlerimdi cumartesi günleri. İşte böyle. Beş tane öykü kitabı yazdım. Antalya’da, diğer illerimizde hatta Avrupa’da köşe yazıları yazdım, ortak kitaplara öyküler yazdım.
Bize Antalya’ya gelişinizi ve ilk izlenimlerinizi anlatır mısınız?
Bu kente 1967 yılında geldik eşimle, onun görevi nedeniyle. Çok güzel bir Antalya’ydı. Adı şehir ama bir kasabaydı. Bahçelievler mahallesinde oturuyorduk. Yürüyerek bir gün iskeleye, bir gün Karaalioğlu Parkına, Mermerli’ye giderdik. Antalya bir başkaydı o zamanlar. Torosları bir başka görüyordunuz, Akdeniz’i bir başka. O bir keyifti benim için. Kabotaj bayramları olurdu ve herkes sandalyesini sırtına alır, iskeleye o etkinlikleri izlemeye giderdik mesela. Antalya tenhaydı ve her yer mis gibi portakal, limon, yasemin kokardı. Tüm şehir yürüme mesafesi içindeydi. Öyle Işıklar, Lara falan yoktu. Minnacık bir Antalya’ydı ve herkesin birbirine merhabası vardı. Akdeniz kitapevi vardı o zamanlar ve bu yazma işiyle uğraşan insanlar oraya gelirlerdi. Orada merhabalaşırdık insanlarla, edebiyattan konuşurduk ve yeni çıkan eserlerden. Bunlar hep cumartesi günlerine sığan işlerdi. Sonra ben kadınların Antalya’da daha fazla bir şeyler yapması gerektiğini düşündüm. Çünkü kadınlar sırf evde oturup bulaşık, çamaşır, çocuklarla uğraşmasın, onların da sosyal hayatları olsun istedim. Kadınların da soluk almaya ihtiyacı var.
İlk ne zaman kadınlar için bir şeyler yapmaya karar verdiniz?
O hep içimde vardı. Sonradan parlamış değil. Kadınların hep evin içine hapsolduğunu düşünmüşümdür ve çok değerler öylece kendi kendine sönüp gider evlerin içinde. Hâlbuki fırsat eşitliği tanınsa neler gün yüzüne çıkar kim bilir. Arkadaşlarla oturduk düşündük ve dernek kuralım dedik. Belediye reisine gidip rica edelim bize yer tahsis etsin. Kadınlar pasta mı yapacaklar, takı mı yapacaklar, örgü mü örecekler işte yaptıklarını getirip orada satsınlar dedik. Hem evlerini geçindirsinler hem soluk alsınlar dedik. Kadınlar hep dört duvar arasında. Antalya’da o yıllar iki tane sinema vardı hepi topu. Biri Saray Sineması, diğeri Yıldız Sineması. Tiyatro miyatro yoktu. Hem kadınları gezilere götürürüz dedik. Denizin dalgalarını, martıları görsünler, bir soluk alsınlar. Bize Konyaaltı Caddesi üzerinde yer tahsis ettiler. AKİDE parkı dendi oraya sonradan.
Derneğinizin adı AKİDE nasıl ortaya çıktı?
Kadınların gerektiğinde sert, renkli, tatlı, güçlü olduklarını düşünerek AKİDE (Akdeniz Kadın İstihdamı Destek Eğitim Grubu Derneği) adını düşündüm. Her türlü yetenek var kadında. Gerekirse kavga eder serttir, tatlıdır, şekerdir. İşte derneğin adı buradan geliyor. Yıllarca da güzel yürüdü derneğimiz.
Dernek çalışmalarınız ilk kimlerle başladı?
Doktor arkadaşımız vardı Filiz Tüzünel, onu başkan yaptık. Mebruke Ersöz vardı TRT’den arkadaşımız. Sanırım Hasan Subaşı döneminde oldu bunlar. 1970’li yıllarda başladı bu düşünceler ama tam olarak hayata geçmesi 1990’lı yıllarda oldu. Siyasal olarak kimseyle sorunumuz olmadı dernek olarak.
Bu gibi oluşumlardan önce Antalya’da kadınlar sosyal hayatta neler yapardı?
Kadınlar sokakta yoktu. Kadınlar evlerindeydiler. Antalyalı kadınlar oyun oynamayı çok sever. Şıkır şıkır evde kağıt oynamayı çok severdi kadınlar kabul günlerinde. Sosyal yaşamda yerleri pek fazla yoktu. Bana kızmasınlar ama öyleydi. Örgü örme, birbirlerine gezmeye gitme vardı tek. Kız enstitüsü vardı bir de. Oraya ben de gittim. Moda, çiçek, dikiş derslerine evli hanımlardan da giden olurdu. Yaşamlarına renk gelsin diye giderlerdi.
AKİDE’nin gelişimi nasıl oldu?
Duyan geldi bize. Stantlara ücret ödemeden orada kendi ürünlerini satıyorlardı. İlerleyen yıllarda az bir para kondu elektrik giderleri için. Kadınlar çocuklarını bile okuttular oradan kazandıkları paralarla. Kadınlar derneğimizi birbirine duyurdu ve sayı giderek arttı. Çoğaldıkça da bazı olumsuzluklar çıkmaya başlıyor. Standlar yüzünden tartışmalar çıktı. Anlaşmazlıkları aşamadılar bazıları ve olmadı, aşılamadı sorunlar. Oradaki gayet güzel kurdukları düzeni kendileri yok ettiler.
Derneğinizdeki kadınların hepsi Antalyalı mıydı?
Farklı yerlerden gelen kadınlar da vardı ama bizim aramızda asla ayrımcılık olmadı. Kadın olmak ortak paydasında buluşmuştuk. Herkesin kendine göre sorunları vardı. Kadınlar dertlerini evde bırakıp gelirlerdi. Güzel şeyler konuşmak isterdik orada. Fıkralar anlatılırdı, şakalar yapılırdı. Evdeki sorunu oraya taşımazdık. Herkes havası değişsin isterdi. Köylerden gelen kadınlar da vardı aramızda ve onlardan bazıları diğer kadınlara bakarak kendini değiştirdi. Öyle mutlu olmaya çalışan kadınlardı. Kadınlar kendiliklerinden değişim içine giriyordu. O günleri özlüyorum şimdi.
Başka ne gibi etkinlikler içinde bulundunuz Antalya’da?
Özel eğitime muhtaç çocukların derneğinde yönetim kurulundaydım. Zihinsel engelli çocukların annelerinin kurduğu bir dernekti. Biz anne babaları göçüp gittikten sonra o çocuklara bakılacak, barındırılacak bir yer oluşturmak için çaba sarf ettik. Biz, engelli çocuk anneleri olarak oradaydık fakat sonraları çocuklarımız birer ikişer öldü ve dernek fes oldu.
Engelli bir çocuğun annesi olmak nasıl bir şey? Toplumda nasıl tepkiler alıyordunuz?
Mesela hiç aklınızın ucundan bile geçmez, gayet kültürlü, sosyal yaşamda unvan sahibi profesör bir adam bana bir keresinde “Bu çocuğu bir doktora gösterdiniz mi?” dedi. Ne yaparsınız? Ne diyebilirdim bütün hayatımı engelli çocuğuma adamış bir anne olarak? Adamı yatırıp kessem mi? Küfür mü etsem? Çok almadım böyle tepkiler ama arada bazı insanlar bu tarz şeyler söylüyordu. İnsanlar genel olarak daha çok “Vah vah, Allah kurtarsın” diyordu. Çocuğumun durumunu onun doğal hali olarak kabul etmiş, bunu bir şekilde kabullenmiştim ama bazı insanların acıtıcı lafları insanı daha çok incitiyor. Eski günlerden bugüne engelli aileleri için bir şey değişmedi. Yine herkes kendi ateşini yakıp içine giriyor. Değişen bir şey yok maalesef.
Sizin gözlemlediğiniz kadarıyla engelli çocukların bakımını ailede daha çok kim üstleniyor?
Bu çocukların bakımı annelerinin yüreği üzerindedir. Gönül yükü de öyle, koşturmak, hizmet etmek de öyle. Babalar daha dışa dönük yaşıyor. Bazı babalar terk edip gidiyor, çocuk sırf ananın üzerine kalıyor.
Yazarlığa nasıl başladınız?
Bütün suç masallarda. Benim büyüdüğüm yıllarda her evde radyo bile yoktu. Ama masallar vardı evde. Anneanneler, dedeler, komşu teyzeler bir araya geldiklerinde dünyanın en güzel masallarını anlatırlardı. Oturup, ağzını açıp dinlerdi çocuklar. Harikulade masallar vardı. Bizim evde radyo yoktu o yıllarda. Komşuya giderdik haftada bir gece radyo tiyatrosu dinlemek için. Radyo tiyatrosunu dinlemek muazzam bir şeydi. Masallar çocukluk dünyanızda, düş dünyanızda çok büyük kapılar açar. Hayaller kurarsınız. Benim hikâyeciliğimin baş sorumlusu masallardır. Sonra da okudukça doluyorsunuz ve bir yerde bunu boşaltmak gerekiyor. Ben kurgu değil de yaşananları yazmayı severim. Yaşananları alıp tekrar kararak yazmayı severim. En çok kadınları ele aldım ben yazarken. Çünkü kadınların olduğu yerde her şey var. Erkekler, çocuklar, yaşam, felaket, aşk, dedikodu her şey var kadınların olduğu yerde. Bu nedenle hep kadınları anlattım öykülerimde. Genelde kısa öyküler yazarım.
Yazmaya devam ediyor musunuz?
Evet, geçen yıl Pembe Entarili Kadın adında kitabım çıktı. Yazmak değil de yayınlamak çok zor. Para kazanmadım hiç. Bu nedenle benim yayın yapmak gibi bir şansım yok. Pembe Entarili Kadın öyküsünde kendimi anlattım. İnsanın kendini anlatması çok zormuş.
Geldiğiniz yıllardan bugüne Antalya’daki kadınlar için neler değişti?
Eskiye oranla kadınlar daha rahat. İstedikleri kıyafetle dışarı çıkabiliyorlar. Kadınların özgürlüğünü görüyorsunuz şimdi dışarda. Eskiden hava karardıktan sonra dışarı çıkamazdınız, evde olmanız beklenirdi. Şimdi her şey çok değişti. İnsanların birbirine merhabası bile yok. Eskiden bir restoran vardı Kaleiçi’nde. Meyhanem derdim ben oraya. Kültür sohbetlerinin yapıldığı bir mekandı, hala var ama uzun zamandır gidemiyorum, eski niteliği kalmadı. Ben oranın ilk kadın müşterisiydim. İçki içilen yere kadınların gitmesi kolay değildi. Benden sonra oraya giden kadınlar çoğaldı, duyan geldi. Cumartesi günleri oraya giderdim. Herkes yazıp çizdiklerini ortaya dökerdi. Kültür dolu, dostluk dolu sohbetler ederdik.
Siz çok güzel bir kadınsınız, Antalya’da ilgi çekmiyor muydunuz?
Benim haberim yok, adım çıkmış Antalya’nın en güzel kadını diye. 23 yaşındaydım Antalya’ya geldiğimde. Çok güzel bir kadınmışım haberim yok çünkü öyle hengâmelerin içinde yaşadım ki. ANSAN’da bir söyleşi yaptılar ve “Antalya’nın en güzel kadını” dediler. O benmişim. Hüseyin Çimrin anlattı bunları. “Bugün yaşlı, boynu bükük gördüğünüz bir adam varsa bilin ki Neşe Karel’e bakmaktandır” dedi. Muazzam güzellikte bir kadın diye beni anlattılar. Ben sadece kendi hayatımla uğraştığım için inanın farkında değildim. Antalya’da hiç kimse bana sarkıntılık etmedi, taciz etmedi geçmiş yıllarda.
Tiyatro oyununda oynamanız nasıl oldu?
Antalyalı kadınlar tiyatro kurdu diye duydum. Çok sevdiğim arkadaşım Müfit Kayacan tiyatro yönetmenliği yapıyordu. Ben bir yandan da köşe yazarlığı yapıyorum ve onların provalarına gittim köşemde yazmak için. Müfit bana “Sen de çıksana sahneye” dedi. Oyun hakkında bana bilgi verdi. Ben bir sene bu oyunda oynadım. Müthiş bir deneyimdi. Birlikte oynadığımız kadınların da hayatlarına canlılık geldi. Tiyatronun içinde oldukları sürece bir ruh geldi. Kadınlar evlerinden çıkıp soluk alıyorlardı. O sahnede neysen osun, o kimliğe bürünüyorsun ve her şeyi unutuyorsun. Kadınlar çok şeyden yoksun bırakılıyor, engelleniyor. O engellenen kadınları toparlayıp yaşamın içine koyuvermek çok önemli.
Tüm bu çok yönlü çalışmalarınız süresince eşiniz size destek oldu mu?
Eşimin bana köstek olmaması en büyük destekti. Bana saygı gösterdi, başka da yardımı olmadı. Belki engelli bir çocuğumuz olmasaydı bu saygıyı pek göstermezdi. Kısıtlı bir yaşam içinde bir şeyler yapmaya çalışmış olduğumu gördüğü için beni engellemedi. Engellememesi de benim için destekti. Uzun yıllar çok yoğun çalıştı eşim. Haftada bir gün iznimiz oluyordu. Ben evde hiçbir şeyi eksik etmezdim bu nedenle bana bir şey diyemezdi. Gençtim, bir biçimde o koşturmaların içinde oldum ama gönül yüküm oldu tabi ki.
Dönüp geriye baktığınızda keşke dediğiniz bir şey var mı?
Kadınlara bir sığınma evi lazım. Kadınların hiç değilse üç beş günlerini geçirebilecekleri bir yer olması lazım. Çok bunalmış kadınlar için böyle bir yer gerekiyor. Keşke böyle bir yer yapsaydık. Kendi hayatıma dair tek keşke dediğim şey ise hukuk okumak, avukat olmaktı.
Antalya’nın sosyal yaşamında sizce kadınlara yönelik ne gibi şeyler olmalı?
Kadınların sosyal hayattan kopmaması lazım. Devamlı tiyatro, opera, senfoni orkestrası konserlerini izlemeleri lazım çünkü ufku açılıyor insanın. Senfonik eserleri dinlemek benim ruhumu dinlendiriyor. Sözler insanı yoruyor ama klasik müzikte akıp gidiyorsun bir yerlere. Kadınlar niçin gitmesin? Ben kadınların buralardan feyz almasını, ufuklarının açmasını isterim. Mesela niçin kadınlara operalar, baleler, tiyatrolar ücretsiz olmasın? Ne kadar güzel olur.
Antalya Kadın Müzesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu çok güzel bir şey. Antalya’da yaşayan kadınlar için çok iyi bir şey. Kadın müzesinde kadın dostluğu ve dayanışması devam etsin isterim. Gelecekte müzenin kendine ait bir yeri olursa daha kapsamlı çalışmalar yapılabilir. Mesela Antalya’nın da muhacirleri Giritliler var. Her gelen kültürünü, geleneğini, anılarını da yanında getiriyor, onların da olması gerek müzede. Eskiden büyüklerimizden duyduğumuz şarkılar, türküler bunlar hep kültürümüz. Ayrıca yemeklerimiz var kadınların yaptığı çeşit çeşit. Bu konularda da çalışmalar yapılabilir gelecekte.