Galeri
Söyleşi
Öncelikle hoş geldiniz. İlk olarak şöyle başlayalım. Nerede doğdunuz? Doğduğunuz yerde ve dönemde, kadına bakışı bize nasıl aktarabilirsiniz? Sizin çocukluğunuz nasıldı?
Ben 2 Ağustos 1951 Antalya doğumluyum. Burada doğdum ve büyüdüm. O günlerimizi özlüyoruz. Çocukluğumuz çok güzel geçti. Toprak sokaklarda oynamak, ekmeğin üzerine sana yağI sürüp, üzerine şeker ekip sokağa döndüğümüz zamanlardı. Biz 3 kız kardeşiz, en büyükleri benim. Erkek çocuklarıyla falan oynardım. Çelik çomak, seksek, misket ki misketi genelde erkekler oynar. Çocukluğumda özgürdüm. Annem ve babam bizi doğru, dürüst yetiştirdi. Bir defa yalan söyledim babam beni ayaklarımdan asmıştı. Çok güzel bir çocukluk yaşadık.
Antalya’da nerede oturuyorsunuz, Kaleiçi mi?
Antalya’nın değişik mahallelerinde mesela Seferoğlu Fırını’nın oralarda oturduk. Sonra şu Hilmi Çivi’nin evleri vardı, meşhur. Onun evinde oturduk, sonra demircilerde oturduk. Daha sonra 1964’de babam kale içindeki arsayı aldı ve kendi emekleriyle yaptı ve kale içine geldik. Yani çocukluğum güzel geçti. Annem de çalışıyordu…
Nerede çalışıyordu?
Vakıflar Talebe Yurdunda aşçıydı annem. Babam geleceği zaman, o zaman evlerde su bile yok, hemen oyunu bitirir, çeşmeden suyu taşır, oturur ders çalışırdım. Babam geldiği zaman beni ders çalışıyor olarak görsün diye. Mesela ailemiz bizi korumazdı. Şöyle bir arkadaşımızla kavga ettiysek, tokatı vurur eve çekerdi. Gidip ailesine senin çocuğun bunu yapmış yoktu. Öyle bir terbiye ile yetiştik biz. Babam okuyacaksın dedi, peki dedim. Ama bütün isteğim dikiş öğrenmekti. Kız meslek lisesi o zaman çok masraflıydı. Babam devlet memuruydu. Sonra Akşam Sanat’a gittim, dikiş öğrendim.
O dikiş merakı nerden olabilir Zehra hanım, var mıydı önünüzde bir örnek?
Hayır yoktu. Annemin falanda pek öyle şeyi yoktu. Öyle bir hevesti herhalde. Kızsal bir şey belki de. Ama öğrendim. Sonra kendi dikişlerimi, çocuklarımı, hatta kızımı ben giydirmeye başladım. Babam belediyede çalışıyordu. Ben, illa memur olacağım diye, 10 Ocak 1968 günlerden Çarşamba belediyede çalışmaya başladım.
Burada gördüğüm kadarıyla babayı bir model alma oldu mu ve memuriyeti istemenizdeki sebebi hatırlıyor musunuz?
Herhalde babayı model alma oldu ama sebebi inanın hiç hatırlamıyorum. Belki de garantisi var diyedir. O zaman belediyede bir odanın içerisinde yazı işleri, encümen, evlendirme. Orada yazı işlerinde çalışmaya başladım. 1970 Aralık ayında istifa ettim. 1973’te tekrar işe başladım.
Gerekçe neydi?
Evlilikti gerekçe, öğretmendi o, ben de evlenip köye gidecektim. Görücü usulüydü, o zamanlar sevgi evliliği falan çok zor. Ben 68-70 dönemlerinde babamla daireye gider, babamla dönerdim. 1 Aralık 1973’te tekrar yazı işlerinde işe girdim, 9 Aralıkta seçim yapıldı.
Siz belediyeye girdiğinizde belediye başkanı kimdi?
O zaman rahmetli Avni Tolunay idi. O zamanlar yazı işlerinde 3 aylık sözleşmeli elemandım. Kadroya geçmek istedim. Çaldım Avni beyin kapısını “Efendim ben kadroya geçmek istiyorum” dedim. O da şöyle bir baktı, “Ne yapacaksın parayı”? Dedi. “Çeyiz yapıcam efendim” dedim. Yusuf’u çağırın bana dedi, personel memuru vardı. Ondan sonra evraklarımı hazırladım ve kadroya geçtim. 9 Aralık seçimlerinden sonra Selahattin Tonguç göreve geldi. Ben yine yazı işlerindeydim. 15 gün sonra rahmetli Cevat Peken vardı, başkan yardımcısı. O beni çağırdı; “Özel kalemde görevlisisin” dedi. “Efendim ben özel kalemin işlerini hiç bilmiyorum” dedim.
Sizden önce orada hiç kadın var mıydı?
Çok kısa sürede Meral isminde, karı-koca vardı. Sonra Ant Birliğe geçtiler.
Sonra geçtim özel kaleme oturdum. O zaman telefon falan yok böyle. Ama kişileri falan biliyorsunuz, şimdiki gibi telefon bağlama falan tuşa basıp yok, santrale diyorsunuz işte üç numarayı bağla, beş numarayı bağla. Ondan sonra devam ettim, Selahattin Bey ile. 1980 İhtilalinden sonra, Kadir Uysal valiydi. Sabahtan öğlene kadar belediyede, öğleden sonra vilayette, bir hafta kadar öyle devam etti. Ondan sonra Şerafettin Mıhçıkan, Hava Tuğgeneral. Onunla 77 gün çalıştım. Mesai sabah 8’de başlardı, 10 dakika önce gelirdim, makam aracı kullanmaz, beyaz reno kapının önünde. Üzülürdüm, mesai 8’de, 8’e 10 var. Benden önce gelmiş. Kendime yediremedim, 7 buçukta belediyede olurdum. Dedim ki, benden sonra gelin bakalım.
Çoğunlukla erkeklerin bulunduğu bir ortamda çalışıyordunuz. Size karşı ‘o bir kadın’, olumsuz anlamda gibi bir davranış oldu mu?
Yaşça benden çok büyük çalışan arkadaşlarımız vardı ve ‘abla’ derlerdi, bana. Babam derdi ki; “ya senin çocuğun yaşında”. “Olsun” derlerdi.
Sizin kıdem gibi bir şeyiniz var mıydı onlardan farklı?
Hayır, yani bir saygıdan dolayı. Onu insan kendi belirliyor. Derler ya saygıyı insan kendisi belirler. Adalet Partisi zamanında ben istifa ettim, sonra geri girdim. 15 gün sonra Cumhuriyet Halk Partili belediye başkanı geldi, ben özel kaleme geçtim. O zaman mesela meclis üyeleri tarafından “ Ya bu Adalet Partili, sen bunu niye aldın” gibi söylemler olmuş. Özel kalem daha sır, gizli, saklı. O zaman da başkan Selahattin Bey, dürüstlüğü ve çalışkanlığı önemli, onun için kimse söz etmedi. Dediğim gibi Kadir Uysal’dan sonra, Şerafettin Mıhçıkan geldi. 77 gün onunla çalıştım. O ayrıldıktan sonra, Kadir Uysal yine. Ondan sonra rahmetli Nuri Teoman Paşa ile çalıştım. Sonra 83’de hükümet kuruldu, biliyorsunuz. Sonra 84’de mahalle seçimleri yapıldı, Yener Ulusoy geldi.
Hiç kimse sizi değiştirelim gibi bir şeye gitmedi.
Gitmedi, Yener Ulusoy’a ben 3 defa sözlü 1 defada yazılı dilekçe ile görev yerimin değiştirilmesini istiyorum diye. Benim iki tane yardımcım vardı. Onları alacağız, seni bir daha deneyeceğiz. Olmazsa seni de değiştireceğiz denildi. Ama rahmetli Yener beyden dolayı değil, bazı kişilerden duydum. Dedim ki; “Efendim, benim denenecek bir tarafım yok. Ben yıllardır bu görevi yapıyorum. Bugün ondan yarın başkasından bu sözleri duymak istemiyorum. Rica ediyorum”. Yok öyle bir şey, dedi.
84’de oğlumun doğumuna daireden gittim, hiç izin falan kullanmadan.
Bu arada kızın doğumunu atladık sanırım.
O zaman 1972, çalışmıyordum. O zaman evde, kaleiçindeki evde.
O da mı eski usul doğdu?
Evet, o da eski usul doğanlardan.
O zaman çalışma arkadaşlarınızdan bir kadın yoğunluğu var mıydı?
80’li yıllardan sonra hanım daha çoğaldı tabi erkek ağırlıklıydı ama kadın da vardı.
Peki o zamanlar tanıdık usulü girenler var mıydı belediyeye?
Tabi vardı. Birde tabi 80’den sonra çok alındı, rahmetli paşa kıyamazdı, gelir ağlarlardı. Gelenlere normalde soruyorsunuz, ne için geldiniz, iş içinse, alım yok, personele müracaat edin diye. Ama Paşa döneminde durum öyle değildi ve gelenlerden işe çok giren oldu. Ama öyle paşanın hatır için falan aldığı kimse yoktu. Normal vatandaş, gelip iş istiyor, paşa yufka yürekliydi, çok kişi işe öyle alındı.
Oğlunuza gelmiştik.
İkinci çocuğun 1984’de, izin bile kullanmadım. O zaman rahmetli Yener Ulusoy vardı. Bırakın bir dakikayı, bir saniye bile süt iznine gitmedim.
Kimden yardım aldınız çocuğunuzu büyütürken?
Annemden, kızımda da annemden yardım aldım. Zaten ben işe başladığımda Nermin 1 yaşındaydı. Her ikisine de o baktı. Hatta ben daireden çok geç çıktığım için, annemin yanında uyudu, hava yağmurlu falan falan diyip çocukların orada kaldığı olurdu. Bir süre sonra, ben Işıklar’da otururken, Kaleiçi’nden Nermin alıp eve getirecek, gelmek istemezdi oğlum. Babam sopa ile kovalardı, Balıkpazarı fırınının önüne kadar, gideceksin evine, orası senin evin diye. Babam da, annem de hiç şımartmadılar çocuklarımı, otorite sorunu falan yaşamadım o yüzden hiç.
İlk anne olduğunuzda siz hayatınızda değişim olarak ilk ne hissettiniz?
21 yaşındaydım anne olduğum zaman. Evde doğum yaptım. Yani dünyanız değişiyor. Canınızdan can, kanınızdan kan. Çok farklı bir duygu. Annelik zaten çok kutsal bir şey. Annem yaramazlık yaptığım zaman, çocuklarından çek derdi ama ben hiç çekmedim. Çünkü çocukları da annem yetiştirdi.
Antalya Kadın Müzesini kutluyorum, yaşarken insanlara değer verdiğiniz için, anneme de kıymet verirdik ama kaybedince… Şimdi çocuklarım hep, anne Allah seni başımızdan eksik etmesin der. Annemi kaybettik, hastanede oğlumu bekliyoruz, morga koydular. Nermin (kızım) ben annemi kaybettim demiş orada. Baba da zor belki ama annelik daha bir zor. Anne başka bir şey.
Oğlunuz olduktan sonra iş yaşantınız nasıl devam etti. Çocuğun bir engellemesi vs. oldu mu?
Hayır. Şimdi derler ya, önce aile. Şimdi benim ailem emin ellerde, bir sorun yaşamadım işimde ön plandaydı. Yani evimde bir aksaklığım olabilirdi ama işimde olmazdı. O dönem Yener bey’in milletvekili adaylığı, belediyeden ayrılması. Kasapoğlu ile çalışmam, daha sonra 89’da Hasan beyin gelmesi, onun ikinci dönemi falan. Mesela emekliliğimi isterken Hasan beyden; “Birlikte emekli olmayacak mıydık?” dedi. Çocuklarımın bana ihtiyacı olduğu zamanlar ben yanlarında olamadım. Şimdi büyüdüler, onların bana ihtiyacı yok.
Siyasilerde seviyor bu işi, hangi biriyle nereye kadar değil mi?
Yani. Mesela Hasan beye Ankara Belediye Başkanı Hasan Karayalçın ziyarete geldiğinde, gece geç vakitte geldi. Kemere gidecekti otele o ara uğradı bize. İçerde konuşulmuş, ben vakıf değilim konuşmaya. Duyan arkadaşlar söylemişti. “İmkanım olsa ben Zehra hanımı Ankara’ya alırdım.” demiş. Yener Bey milletvekilliğine adaylığı koyduğunda; “Zehra hazırlan Ankara’ya gidiyoruz.” Eşinizi nasıl burada bırakırsınız? Çocuklarınızı nasıl burada bırakırsınız? Yani bir kariyer yapmaya gitmiyorsunuz.
O yıllarda Antalya’da nüfus ne düzeydeydi? Tahmini 50-60 binler falan olabilir mi?
Valla hiç bilmiyorum, o kadar bile olmayabilir ama. Şimdi 1 milyonu geçti.
Peki arkadaşlarınız çalışıyor muydu Zehra Hanım, hangi çevredendi daha çok?
Ben 65 yaşındayım, 29 yıl görev yaptım. Emekli olduktan sonrada Hasan beyin ısrarıyla, ısrarıyla diyorum ama ben gönülsüz olsaydım hayır derdim ama çok sevdiğim saygı duyduğum bir insan kırmamak için çalıştım. 97’de emekli oldum ben. Hiç gün gezme nedir bilmem ben. Oyun bilmem, sevdiğim bir insanla akşama kadar vakit geçirebilirim. Kalabalıktan nefret ediyorum, hep dinginlik arıyorum. Çünkü çalışma ortamını düşünsenize, ağzınızdan lokmayı alıp vatandaşa cevap veriyorsunuz.
Çoğunlukla erkeklerin olduğu bir yerde çalışıyorsunuz…
Evet mesela çocuklarım bana “Anne falanca arkadaşımın babasını tanıyor musun?” der. Annesini tanımam ki, ancak çalışıyorsa. İşimiz orada, gelip başkanla konuşanlar genelde erkek. Ama o dönemlerde kadına saygı sonsuzdu.
Tekrar dünyaya gelseniz, tekrar Zehra Akbaş ve tekrar kadın olmayı tercih eder miydiniz?
Aynen, ederdim.
Pişmanlıklarınız var mı? Mesela, Çocuklarınıza vakit ayıramamak gibi?
Hayır yok. Onda rahattım, annem ilgileniyordu. Mesela oğlum doğmadan önce, Nermin için müsait olmaya çalışırdım. Her cumartesi şurada bir azim döner vardı, orada hep döner yerdik. Oğlumu da kızım gezdirirdi. Çok iyi anlaşırlardı, hala da öyleler. Yani pişmanlığım olmadı, hayatım boyunca pişman olacak bir şey yapmadım.
O dönem Antalya’ya yön veren kadınlardan bilgi verebilir misiniz bize?
O dönem 80 öncesinde valilikte Gülten vardı. Hiç evlenmemiş bir hanım. Bir bakan gelmiş, paltosunu tutuyormuş. Bakan, lütfen demiş. Gülten’de hadi konuşma giy giy demiş. Yani öyle bir kadındı. Hep erkeklerle karşı karşıyasınız. Hep dik olmalısınız. Mesela ben Antalyaspor Müdürü olduktan sonra, Selma Kunar benimle bir röportaj yapmıştı. Dedi ki “Zehra hanım ben sizi hiç böyle bilmiyordum.” Çünkü görevde sertim, dikim, taviz vermiyorum ve vermemem gerekiyor. Öyle olmazsanız orada başarılı olamazsınız. Mesela 80 öncesi bir toplantı var. Bir tapu takriri için, tapudan memur getirecekler. Vatandaşa dedik ki; 2’den önce getirin. Memura harç yatırıyorlar, vatandaşın zararına. Meclis toplantısı var içerde. Toplantı başladı. Vatandaşta tapu memurunu aldı geldi. Dedim ki; toplantıya girdiler. İndim aşağıya ara verirler mi diye baktım, halka açık zaten, devam ediyor. Çıktım yukarıya; memuru bekletemezsiniz tekrar randevu alacaksınız dedim. Hiç unutmuyorum, 500 lira. Adam merdivenlerden çıkarken benim elime sıkıştırdı, bir şeyler yapın diye. Meclis toplantısı var yani, o sırada ben tapu memurunu getirip başkanın yanına imza aldıramam. Çok gencim daha 26-27 yaşındayım. Döndün küfrederek ben adamı oradan kovaladım. Adam ne olduğunu şaşırdı ve gitti. Sonra bunu Selahattin bey duyuyor. Zehra ne oldu ya diye bana sordu. Dedim böyle böyle. Ona verilebilecek en güzel ceza randevu istediklerinde süreyi atacaksın. Yani yaptığına pişman olacak.
Peki sizi mesleğinizde en çok zorlayan an desem, aklınıza gelen ne olur?
Görevde zorlandığım bir şey olmazdı. Mesela şey, 12 Eylül beni çok etkilemişti. 12 Eylül oldu. Kadir Uysal vali, Selahattin Bey belediyeye gelecek, çağırdı vali bey. Kapıdan bırakmadılar Selahattin beyi, yukarıdan izin geldi, sonra çıktı yukarıya. Ama artık sokağa çıkma yasağı falan bitmişti. Ona çok üzülüştüm. Bir de özel eşyaları vardı. Özel dediğim kendine ait olan şeyler. Onları toparlarken, böyle çelik dolaplarımız vardı. Onun içine kafamı soktum ağlıyorum. Düşünsenize belediye başkanlığı yapmış 73’den 80’e kadar, 7 sene ve ne durumda. Ondan sonra geldi. “Zehra, hayat bu her şey olabilir” dedi. Toparladım, ondan sonra gitti. Mesela güzel bir anı yine o dönemlerde Soner Arman vardı, Vali. İşte bakanlar, Teoman Köprülü Tarım Bakanı, Bülent Ecevit, onun döneminde geldiklerinde. Soner beyin toplantısı varmış. Biraz geç geldi ikram falan yapıldı. Soner Bey içeriye girince, ben ne içersiniz diye sormaya gidicem veya başkan soracak. Başkan sordu, o da ben bir şey almayayım dedi. Çünkü sade gazoz içerdi. Döndüm sayın valim sade gazoz içer misiniz? Dedim. Peki dedi -kafa sallayarak-. Devamlı gelen insanlara bir şey yapılacağı zaman, kahveyi nasıl içer falan bilirdim. Akdeniz Belediyeler Birliği, Ege Belediyeler Birliği falan, bunların toplandığı bir toplantı vardı, eşli, Talya Otelinde. Hasan Bey var, Esin hanımla beraber bizde oraya gittik. Eleman geldi, ne içersiniz dedi. Herkes söyledi. Ondan öncede Esin Hanım bana dedi ki; ya Zehra nasıl aklınızda tutuyorsunuz? Ben aklımda tutuyorum, ona göre de söylüyorum. Tepsi ile geldiği zaman ben ikram yaparken, protokole, tepsiden bana söylendiği şekilde içerdekilere veriyorum. Yani aklınızı kullanacaksınız, pratik olacaksınız. Ben bunun eğitimini falan almadım. Mesela meslek yüksek okulunda, sekreterlik vardı. Her sene oradan Kamile hoca beni çağırırdı, onlara pratikten anlatırdı. Senede bir defa bir ders.
Peki sizin el verdiğiniz birileri var mı?
Hayır, kendim gibi yetiştiremedim, nesil farkı da var tabi.
Sizin akabinizde bir hanımefendi mi devam etti, bir beyefendi mi geldi?
Şimdi şöyle, ben en son Hasan beyle çalışırken, emekli olup kulüp müdürlüğüne gittiğimde, başkan bana onu alıp falancayı koyalım dediğinde, bende; kapasitesi o kadar art niyeti yok, ama yapabilecekleri bu, elinden gelen bu dedim.
Sizin bir sekreteriniz oldu mu?
Bir bekleme salonumuz vardı.
Şimdiki gibi özel kalemin sekreteri yoktu yani?
Hayır, hayır. Bizim bir bekleme salonumuz yoktu. Şimdi mesela kapıdan giriyorsunuz, bir kapıdan daha giriyorsunuz içeriye. Bizde o bekleme salonu vardı ama telefonların hepsi bana bağlıydı.
Hem özel kalemlik hem de sekreterlik yaptınız yani…
Tabi canım. Telefonla direk randevu taleplerine ben bakardım. Mesela Rahmetli Veysel Atasoy bir gün içerde, bana şunları arar mısınız? Dedi. Ama elimde kağıt kalem falan yok. Çıkarken; Zehra hanım ama yazmadınız, dedi. Dedim ki; “Ben yazdım.”. İki tane defterim vardı, bir mavi bir kırmızı. Mesela beni hayatım boyunca en nefret ettiğim kelime, hiç tanımadığın birine, telefonda konuştuğunuz insana, canım canım canım. Nefret ederim. Tanımıyorsun, nerden senin canın oluyorum, nerden senin hayatın oluyorum. Mesela Erhan Karaesmen, Yerel Yönetim Bakanı. Onun sekreteri var, biz onunla telefonda bir tepiştik. Erhan Bey de, Selahattin Beyin arkadaşı, gelir. Bir sobamız var, şimdiki bakanlıklar falan saltanat. Gelir paltosunu alır, sobanın üstüne koyar kuruturum. Bir gün Selahattin Bey dedi ki; “Zehra bana Erhan Beyi arar mısın?” aradım. Dedim, birlikte geçelim. Çünkü dost arkadaş, hani eğer normal bir bakan olsa… “Ne diyorsun sen bana” dedi, bayan. Birlikte geçelim hazır zaten. Sonra Erhan Bey geldi. Dedim ki; Erhan bey sekreteriniz ne kadar sert. Senin gibi, dedi bana. Bilmiyorum dedim. Şimdi benim kaç senelik arkadaşım, dostum.
Evinizdeki Zehra ve işinizdeki Zehra arasında, bir rol karmaşasına düştüğünüz oldu mu?
Hayır. Şimdi ben kendimi bildim bileli, evimde kapıyı kapadım mı dışarı ki benim gençlere tavsiyemde budur. Evde olan her şey evde kalır, daireden çantamı alıp çıktığımda da her şey orada kalır. Hiçbir zaman eşim bana günün nasıl geçti dememiştir. Hiçbir zaman için, sinirlensem bile, serzenişte bile bulunmam. Mesela eski imar müdürü hala arkadaşımdı, görüşürüz, Mehmet bey, “Enişte yandı” derdi. “Allah aşkına Mehmet bey ben evde -ağzını kilitleme hareketi-“. “Kim bilir enişte senden neler çekiyor.” Hayır, biz evde ikimiziz. Bir karı, bir koca. Nermin evlendi, oğlum yurtdışında. Eşimde çok konuşan bir insan değildir, yerinde konuşur. Mesela ben eşime; “Şu bardağı alalım mı?”. Ya ne gerek var, dediği zaman, bitmiştir. İkinci tekrarı yapmam, bitmiştir. Ama o döner, gerekliyse alalım falan der o ayrı. Geçen sene evde tadilat yaptık. “Ya Sedat üst katıda yapalım.” Dedim. Sen bilirsin dedi, bir daha söyledim, yine sen bilirsin dedi. Tamam ben bilirsem bitti dedim. Yani bizde bir karmaşa yoktur, senin dediğin olacak, benim dediğim olacak diye.
Peki Zehra Hanım, kadınların iş hayatında var olabilmesi için, evde yaşadığı insanın olumlu bakışının olması, olumlu bakışın olmadığı takdirde “Eşim izin vermiyor, çalışmıyorum” bakışı konusundaki düşünceleriniz nelerdir?
Hayır katılmıyorum. Kadın kendini bir birey olarak, tamam eşine saygısı olabilir ama, oturup konuşup onu ikna edip istediğine ulaşabilir.
Kadının istediği bir şeyi ben yapabileceğine inanıyorum. Bu tarz durumlarda canı istemiyordur diye düşünüyorum…
Kesinlikle. İnsan istedikten sonra her şeyi yapabilir. Mesela ben çalışırken eşim istifa et ayrıl dedi. Hayır dedim, niye. Ben kadın olarak her türlü görevimi yapıyorum. Gömleğini çıkarıyorsun, 24 saat içerisinde ben onu yıkayıp, ütüleyip, asıyorum. Yemekse 5-6 çeşit yemek dolabımda her zaman var, iki kişi olmamıza rağmen. Niye çalışmayacağım. He geç geliyorum, sende takıl arkadaşlarınla ya da otur evde televizyonunu seyret.
Peki sizin çalışmanızdaki amacınız, ihtiyacınız olmadığı halde ne olabilir? Çocuklarına sizi boş bir insan olarak görmemesini istemeniz olabilir, sizi rol model olmak istemeleri yanında sizin de evde oturan bir anne olarak onların gözünde görünmeyim olabilir veya daha genel bakarsak kadınlığa verilecek bir mesaj olabilir mi? Bunların içerisinde hangisi ağır basıyor?
Ben evlenmeden önce, maddiydi tabi. Ama evlendikten sonra boş oturmayı sevmiyorum. Kendimi işe yaramaz hissediyorum. Bakın şu yaşımda ben marketimi pazarımı kasabımı tamiratımı her şey ile ben ilgilenirim. Mesela ben çalışırken, Bademağacı’nda, ya Sedat artık yaşlanıyoruz, nem bizi çürütüyor, naturlandi gördükten sonra, oraya gittik ev baktık, buraya gittik ev baktık. Ya dedi senin sınıfın istikam, ben uğraşamam dedi. Peki dedim sen finans et ben uğraşırım dedim. Bademağacı’ndan bir arsa aldık. Buradan birkaç mimar götürdük. Dedi işte yaz. Dedim, ben yazamam söylüyorum. İşte şu şu şu. Sonra bir mimar arkadaşımız çizdi. O zaman yapı denetim yok, 1996. Ondan sonra temel kazıldı, su basman döküldü. Üç katlı triplex evi ben 5 ayda bitirdim. Bademağacı’nda bir çivi alacak, nalbur dükkanı yoktu. Şimdi çok var. İşçimi, malzememi, hepsini Antalya’dan götürdüm. Polisler Palm City’nin orada kontrol yaparlar, durdururlar. Bir durdurdu, değişik adamlar, iki durdurdu, değişik adamlar. Dedim ki; Ustalarla ben ev yapıyorum. Ondan sonra ben hiç durmadan, geç dediler. Günde 3 defa gittiğimi hatırlarım o yolu, yaz-kış. Müteahhitliği bilmem, inşaatı bilmem. Dört tane banyo, şöminesiyle, barbeküsüylü, balkonlarıyla, ahşabıyla, her şeyiyle. Ama ne derler; “Birinciyi satacaksın, ikinciyi kiraya vereceksin, üçüncüde oturacaksın.”
Şimdi benim sormayı unuttuğum, sizin söylemek istediğiniz bir şey varsa onu konuşalım…
Ben 80-82 yılları arasında nikah memurluğu da yaptım. 1997 Kasım ayında emekli olmaya karar verdim. Eşim karar senin dedi. Kimileri iki masa koy, 2 sandalye, bir de faks koy emlakçılık yap. Dedim ki; ben hayatım boyunca insanlara karşılıksız yardım yaptım. Ya bunu parayla nasıl satarım. Hele emlakçılık, kibar adıyla şimdi emlak danışmanlığı, o bir meslektir bilemiyorum ama bana çok ters gelir öyle şeyler. Bir ev gösteriyorsunuz, adam evi tutuyor, sonra ondan bir ay kira bedeli alıyorsunuz. Yani içim acıyor benim. Tamam sektör olabilir, dedim yapamam. Ben dedim, otururum evde, çocuklarımla. Oğlum o zaman lisede. Sonra Hasan Bey; “Ben seni Antalyaspor kulüp müdürü olarak görmek istiyorum” dedi. Ben de 2 aylık rapor alacağım, katsayıyı bekleyeceğim, emekli olmak için. Ondan sonra işte orada çalışmaya başladım, 2001’de ayrıldım, 3 yıl. İşte o dönemde yerel seçimler vardı, Bekir bey başkan oldu, Hasan bey kazanamamıştı. Ama tabi o yönetim kurulu başkanı olduğu için. Artık dedim benden bu kadar. 2001’de ayrıldım, emekli oldum, rahatım. Şimdi bazen zaman geçmiyor, bazen de zaman yetmiyor. Şükür elhamdülillah, sağlığımız sıhhatimiz yerinde. Bir babamın rahatsızlığı var, yatağa bağlandı. Eşim hiç araba kullanmaz, ben kullanırım. İşte geçen sene aralıkta babam rahatsızlanınca, 3 defa arabayla Trabzon’a gidip geldim kendi başıma.
Ne güzel kendi kendine yetebiliyor olmanız…
Evet, insanın kendi kendine yetiyor olması önemli. Şükür elhamdülillah, Allah kimseyi köşeye yatırıp, ele baktırmasın.
Antalya Kadın Müzesi’ne emeği geçenleri gerçekten kutlarım. Böyle güzel bir şehirde, böyle güzel bir başarı sunmuş olmalarından dolayı. İnsanlara yaşarken değer vermek, en azından insan belki unuttuğu dostlarını bir müzede, karıştırırken, aa bunu da hatırladım, bunlarında ne güzel hizmetleri varmış, diyebilmek adına. Çok teşekkür ederiz, böyle güzel bir müzeyi Antalya’ya kazandırdığınız için. Emeği geçenleri tekrar kutluyorum ve inanıyorum ki çok daha güzel yerlere gelecektir.